Hayatta En Hakiki Mürşit..

Paylaş:

"Sonuçta, birileri kuleye “O yardım uçaklarını Adana’ya indirmeyeceksiniz, umreden gelen uçağı indireceksiniz” diyor. Bu tercihi birisi yaptı. Bunu yapanların ortaya çıkmasını istiyorum. Bu talimatı verenlerin yüzlerce, belki binlerce insanın kurtarılmasını engellediği apaçık."

''Rönesans Rezidans'ın en önemli özelliği; peri kalıp sistemi ve kule vinç kullanımıyla yapılan ilk konut olması. Her 5 daireden 4'ü kıbleden yararlanıyor.'' (4 Mart 2013)

Dr. Ebru Basa

ATO Halk Sağlığı Komisyonu Üyesi

İrşat, doğru yolu bulup, kararlılıkla benimsemek demekmiş. İrşat çadırı bir Diyanet İşleri hizmeti,  çadırın içine giren ve Diyanet görevlisinin manevi bakımına maruz kalan depremzede, depremin bir doğal afet -ve kader planının da parçası- olduğuna inansın ve böylece müesses nizamı, somut yetersizlik ve yoklukları sorgulamaksızın doğru yolu bulsun isteniyor. Oysa yaşamsal gereksinimler çok somut: Deprem bölgelerinin birçoğuna aradan bir buçuk ayı aşkın zaman geçmesine rağmen elektrik ve şebeke suyu verilemiyor, su verilebilen bölgelerde ise yeterli mobil tuvalet ve duş yok, temiz ve güvenli içme ve kullanım suyuna erişilemediği için bulaşıcı hastalık riski var, toplu yaşam alanlarında uyuz ve bit vakaları çoğalıyor,  çadır sayısı yetersiz hatta kimi yerleşimlerde düpedüz çadır yokluğu çekiliyor( Maraş’taki bir çadırkentte elektrik bağlantısının sağlanmasının ardından çadırlara sayaç takıldığı haberini dahi okuduk). Binlerce insan halen daha ya soğukta, ya yağmur altında, ya çamurun içinde ya da kaldığı çadırı lağım basıyor.

Oysa Afet İl Acil Durum Müdürlüğü tarafından Hatay ili için 2021 yılında bir İl Afet Risk Azaltma Planı hazırlanmış. Bu plan kapsamında ilin afetselliği,  deprem tehlikesi ve risk analizi değerlendirilmiş, olası senaryolar ışığında afet ve acil durumun nasıl yönetilmesi ve koordine edilmesi gerektiği, afet risklerinin azaltılması için hangi yapısal ve yapısal olmayan önlemlerin alınması gerektiği ayrıntısıyla ele alınmış ve bu plan kapsamında hazırlanan senaryolarda her ne öngörülmüşse ne yazık ki bu depremde neredeyse şaşmaz biçimde tümü gerçekleşmiş (Anlaşılıyor ki AFAD depreme kader planı deyip geçememiş, kaldı ki bu türden bir fütursuzlukla hareket edilmesi kurumun varlık nedenine de aykırı düşerdi).

AFAD, olması gerektiği gibi –en azından bir süre- bilimin yolundan ilerlemiş ve bu büyük yıkımı da öngörebilmiş ama öyle anlaşılıyor ki afet risklerinin azaltılması için alınması gereken yapısal/birincil önlemleri yalnızca “tavsiye” edebilmiş. Afet denince akla gelmesi gereken bir diğer devlet kurumu olan Kızılay’ın son derece kapasiteli bir çadır ve konteyner fabrikası var ama depolarında yeterli çadır yok çünkü neredeyse tamamını satmış (Stoktaki çadırların ve malzemenin sınırın hemen ötesindeki çadır kentler için kullanıldığına, Afganistan’a, Somali’ye gönderildiğine dair iddialar var). Kızılay’ın şirketleştiğini, kurumsal yapısının çoktandır holdinge dönüştürülmüş olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Yurttaşlardan topladığı bağışları ve bütçe gelirlerinin tamamını toplumsal gereksinimler doğrultusunda kullanmak yerine kimi kurum ve kuruluşlara bağış adı altında transfer ettiğini gene basından öğreniyoruz
(Başkent Gaz üzerinden Ensar Vakfı’na 8 milyon dolar, toplanan kurban paralarıyla Yeryüzü Doktorları’na 370 bin dolar aktarılmış )

Demek ki, bir afet yönetim planı toplumsal gereksinimlere doğru yanıtlar üretebilse dahi tavsiye niteliğinde kalabilmekte ya da görmezden gelinebilmektedir ve görünen o ki olağandışı durumların üstesinden gelmesi, halkın yaralarını sarması ve gündelik yaşamı yeniden üretme kapasitesini sergilemesi beklenen devlet kurumları kendilerinden beklenen toplumsal işlevleri yerine getiremeyecek durumda. Olağandışı durumların ya da doğal afetlerin birer felakete dönüşmemesi için alınması gereken önlemler piyasa gereksinimleriyle çeliştiği oranda göz ardı edilebilmekte, olağandışı durum yaşandıktan sonra yıkıma nasıl müdahale edileceği de gene piyasanın konusu olmakta ve süreç piyasa aktörleri tarafından belirlenmektedir.       

Başka türlü olsaydı onlarca kez imar affına gidilmez, imar planı değişiklikleri ile tarım arazileri, sulak alanlar, SİT alanları, ova ve meralar imara açılmazdı, birdenbire bazı arazilerin orman vasfını yitirdiğine karar verilmez, deprem yönetmeliğine uymadığı halde bazı yapılara ruhsat verilmez, bu kaçak yapılar denetim engeline takılırdı. Fay hatları kağıt üzerinde değiştirilmez, üzerine otoyollar, köprüler, viyadükler yapılmaz, ova üzerine havalimanı inşa edilmezdi (Amik ovası üzerine inşa edilmiş olan Hatay havalimanını 2012, 2014, 2018 ve 2020 yıllarında sel bastığı bilgisini ekleyebiliriz). Başka türlü olmayınca daha depremin ilk gününde çimento şirketlerinin hisseleri borsada tavan yaptı. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, altında binlerce insan varken yangından mal kaçırır gibi enkaz kaldırma ihalesi açtı. Sermaye cephesinden bakıldığında bu tutumda herhangi bir akıldışılık ya da akıl tutulması yok ama bu tutumun bugün ortaya çıkan sonuçları bakımından aşikar hale gelen berrak ve apaçık bir gerçek var: Kamusal kaynaklar gerçek toplumsal gereksinimler için ve planlı olarak kullanılmadığı sürece artık yaşam hakkımız da saldırı altındadır.

Bu gibi doğa olaylarının ardından, yaşam hakkımızı savunmak yerine soyut bir kader planına teslim olmamızı telkin eden kimi kurumlar işbirliği içinde sahadalar. Bunlardan biri kısa adı İHH olan İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı. AFAD bu vakıfla 2021 yılında ihtiyaç halinde bünyesindeki akredite ekiplerle işbirliği içinde ortak çalışmalar yürütmek üzere bir protokol bağıtlamış yani sahada AFAD adına çalışan bazı kişiler aslında İHH görevlisi. Öte yandan 2018 yılında yapılan düzenleme ile bazı tarikatlar ve onların uzantısı olan dernekler zaten doğrudan devlet protokolüne dahil edilmişti, aynı düzenleme kapsamında vergi muafiyeti tanınan vakıfların başkan ve temsilcileri de “Resmi Kutlamalar ve Bayram Törenleri Protokolüne” dahil olmuştu. Her biri birer holdinge dönüşmüş bulunan bu vakıfların bazılarına kamu yararına dernek statüsü verildi ve Bakanlar Kurulu’nun izni gerekmeksizin yurt içi ve yurt dışında bağış toplama hakkı elde ettiler.

Bu yapıların tümü depremin üçüncü günü zuhur ettiler, enkazdan canlı çıkacağı anlaşıldığı anda çalışma sona ermek üzere iken arama-kurtarma ekibini ustaca bir manevrayla bertaraf ediyor, “kurtarma” bir yandaş kanal kamerası eşliğinde görüntüleniyor, enkazdan şok halinde kurtulan depremzedeye bir de tekbir şoku yaşatılıyordu. İşte bu örgütler deprem performansları nedeniyle devletin resmi ajansı ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü tarafından “Türkiye’nin gözbebeği STK’lar” olarak tarif ve taltif edildiler. İlgili bakanlıklarla imzaladıkları işbirliği protokolü çerçevesinde 4-6 yaş arasındaki çocuklara Kuran kursu düzenleme ve “değerler eğitimi” verme hakları var ve bu faaliyeti şimdi de çadır kentlerde yürütüyorlar.

Depremde ailelerini kaybeden çocukların tarikatlara teslim edildiği haberleri kamuoyuna yansıdı ancak bu bilgi Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yalanlandı. Deprem bölgesinde babalarını kaybeden çocukların izini süren gazeteci Alican Uludağ anneleri hayatta olduğu halde onlardan ayrılarak tarikatlara teslim edilen çocuklarla ilgili bir haber yaptı ve çocukların, Sakarya Müftülüğüne ait görünen ancak İsmailağa cemaatine bağlı bir dernek tarafından kullanılan binada tutulduklarını ortaya çıkardı. Bugüne kadar depremde ailesini yitiren çocukların hemen devlet korumasına alındığını,  tarikatlara ya da başka kurumlara teslim edilmediğini ileri süren Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çocukların devlet korumasına alındığını duyurdu, Sakarya Müftülüğü ise bakanlığın durumdan zaten haberdar olduğunu duyurmuştu.  

Adıyaman’ın Kahta ilçesinde de Menzil Cemaati'nin güçlü olduğu Menzil köyü bulunuyor. BirGün'den İsmail Arı'nın haberine göre, köye Buhara Evleri adı verilen 41 bloktan oluşan bin daire inşa edildi. Cemaat, köydeki bu yapılarda toplam 7 bin 100 yetişkin depremzede ile 2 binin üzerinde çocuğun “misafir edildiğini” açıkladı. Yapılan son açıklamaya göre de Menzil Köyü’nde hâlâ 3 bin 850 yetişkin ile 1100 çocuk bulunuyor. Aynı tarikata bağlı olan Beşir Derneği 2018’de Bakanlar Kurulu kararıyla "kamu yararına çalışan dernek" statüsüne alındı. Bu kararla birlikte derneğe herhangi bir izne tabi tutulmaksızın serbestçe yardım toplama imtiyazı verildi.

2018’de varlıklarının toplamı 22 milyon lira olan dernek, yardım toplama imtiyazını aldıktan sonra mal varlığını 3 yılda 6 kat artırdı. Cumhuriyet'ten Rıfat Kırcı'nın haberine göre, derneğin açıkladığı tablolarda 2015’te 1,6 milyon lira gelir fazlası görülürken son açıklanan 2021 yılında bu tutar 44,5 milyon lira olarak gerçekleşti. 

11 ili etkileyen depremlerin üzerinden neredeyse bir buçuk ay geçtiği halde kaç çocuğun kayıp olduğu ise halen bilinmiyor. CHP, konuya ilişkin bir komisyon kurdu, bu komisyona yapılan ihbarlardan hareketle kayıp olan 81 kişiden 46’sının 18 yaş altındaki çocuklar olduğu belirtiliyor. TBMM’nde toplanan “Çocuk İstismarının Araştırılması Komisyonu”nda konuşan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Resul Holoğlu ise deprem bölgesinde 55 çocuk için kayıp başvurusunda bulunulduğunu açıkladı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verileri arasında enkaz altından çıkarılan ancak kimliği belirlenemeyen çocukların sayısı bakımından da tutarsızlıklar var. CHP, tüm bu çelişkilerin giderilmesi için “depremde kaybolan insanlar ve refakatsiz kalan çocukların sorunları” yla ilgili Meclis araştırma önergesi verdi ancak bu önerge de AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi.

Bütün kısıtlı olanaklarına rağmen depremin ilk gününden itibaren sol, sosyalist örgütlerin, partilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin üyeleri, maden işçileri, belediye işçileri, itfaiye erleri, memleketin dört bir yanından gelen gönüllüler alanda canla başla çalıştılar. Hiç bir karşılık beklemeden insan olmanın gereğini yerine getirdiler, yaşama, insan onuruna, çocuklarımıza ve memleketimize sahip çıktıklarını gösterdiler. Var olsunlar! Şimdilerde solun gönüllülerle birlikte deprem bölgelerinde kurduğu dayanışma merkezleri kapatılırken devlet de toplumsal işlevlerini “hayırseverlik/yardımseverlik” kisvesi altında toplumu bir ağ gibi kuşatan tarikat ve cemaatlere devretmiş görünüyor.

Hal böyle iken, arama ve kurtarma çalışmalarındaki gecikmenin, yetersizlik ve eşgüdümden yoksunluğun yıkıcı sonuçları ortadayken –örneğin Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesinin yoğun bakım servisinde yatan hastalar gibi yaşamını ezilme sonucu kaybetmediği ortada olan ya da hipotermiden ölen yüzlerce kaybımız varken- kısacası depremin öncesinde ve sonrasında ağır ihmaller ve görev kusurları ortada iken “helallik” nasıl istenebilmektedir? 

Oysa devletle yurttaş arasında anayasal zeminde tanımlı bir ilişki vardır ve bu ilişki taraflara çeşitli görev ve sorumluluklar yükler, bu yükümlülükler yoktan var olmadıkları gibi “helalleşme”yi kategorik olarak reddeden maddi bir zeminden de köken alırlar. Bizden depremi kader planı olarak kabul etmemiz, kamu kurumlarının görev kusurlarını yok saymamız ve hakkımızı helal etmemiz, devletin toplumsal işlevlerini “hayırsever” tarikat ve cemaatlere devretmesini doğru ve yerinde bulmamız bekleniyor. Yani hem aklı ve bilimi inkar etmemiz hem de gericiliğe ve piyasaya teslim olmamız isteniyor. Bu kabul edilemez.

Yaşamımıza, çocuklarımıza, memleketimize sahip çıkacağız. İnsan onuruna yakışır, laik, kamucu ve eşitlikçi bir düzen kuracağız.

Bir daha enkaz altında kalmamak için..