*Bir Yılın Ardından…

Paylaş:

Dr. Mine Coşkun

ATO Yönetim Kurulu Başkanı

Dünya büyük bir yıkım evresinden geçiyor. Savaşlar, bölgesel çatışmalar, afetler, aşırı yoksulluk, göç, iklim krizi ve kuraklık, açlık ve kıtlık gibi bir dizi yıkıcı olgu, milyonlarca insanın ya ölümüyle ya yerinden edilmesiyle ya da modern kölelik koşullarında çalıştırılmasıyla sonuçlanıyor. 5 Mayıs’ta göreve geldiğimizde üç büyük savaş devam ediyordu: Rusya-Ukrayna Savaşı; İsrail’in soykırıma dönüştürdüğü Filistin İşgali; ve yıllardır devam eden Suriye Savaşı.

Küresel krizin Türkiye’ye yansımaları, ülkemizin sosyoekonomik ve siyasi kırılganlığı ile birleştiğinde bizi ‘çoklu kriz’ olarak tarif edebileceğimiz çıkmaz sokağa sürüklüyor. Bir taraftan halkın alım gücünü düşüren, gelir ve servet eşitsizliğini artıran, çocukların okula aç gitmesine neden olan ekonomik kriz tüm toplumu kuşatıyor. Başka bir taraftan kamunun parçalandığı, anayasal ve demokratik hakların askıya alındığı, yargının siyasallaştığı otoriterleşme aşamasıyla karşı karşıyayız.

‘Çoklu krizin’ yol açtığı çoklu yıkımın sağlık alanındaki etkileri ise mevcut tabloyu yangın yerine dönüştürüyor.

Dünya Bankası reçetesi olarak iktidar tarafından yürürlüğe konan Sağlıkta Dönüşüm Programı; birinci basamaktan ikinci-üçüncü basamağa, halk sağlığından işçi sağlığına, hekim emeğinin değersizleştirilmesinden hekim göçüne, kamusal sağlığa ayrılan yetersiz kaynaktan özel hastanelere tanınan imtiyazlara dek sistemi felç eden bir sağlık krizine yol açmış durumdadır.

Tüm basamaklarda hekime müracaat sayısı 1 milyarı buldu!

Hekime başvuru sayılarındaki olağanüstü artış sistemi kilitledi ve muayene sürelerini 5 dakika ve altına çekti!

Olağandışı hizmet sunumu şiddeti besledi ve Beyaz Kod sistemi kurulduğundan bu yana en az 122 bin sağlık çalışanı şiddete maruz kaldı!

Halk sağlığının yapıtaşı birinci basamak koruyucu sağlık hizmetleri iken 2025 bütçesinin sadece yüzde 28’i koruyucu tedaviye ayrıldı.

“Eziyet” yönetmeliği gibi keyfi düzenlemeler aile hekimlerinin mesleki özerkliğini, iş ve gelir güvencelerini hedef aldı.

Asistan hekimler temel haklarına aykırı bir şekilde “işgücü yığını” olarak görüldü, nitelikli eğitime erişmeleri her geçen gün zorlaştı.

Her 4 hekimden 3’ü emekli olduktan sonra geçinebilmek için çalışmaya devam etti.

Sağlık artık herkesin yararlanabildiği bir hak olmaktan çıkarıldı ve bazı kişilerin para kazandığı bir alana dönüştü. Bu durum “yenidoğan çetesi” gibi sağlıkta çeteleşmelerin artmasına neden oldu.

Türkiye sağlık sisteminden kamu yararı kavramı sökülüp atıldı, özel sektörün ihtiyaçlarına göre yapılanan bir model tercih edildi. Kamu sağlık kuruluşları

işletmelere dönüştürüldü, şehir hastanelerinde olduğu gibi şirketler sağlık yönetiminde söz sahibi olmaya başladı.

Sağlık sisteminin üçte biri özel sektörün kontrolünde olup, sağlık sisteminde özel sektörün payı arttı.

Sağlıkta Dönüşüm Programı artık palyatif tedbirlerle ve günlük politikalarla düzeltilemeyecek kadar çökmüş ve çürümüştür! Sistem sadece ve sadece şiddet, güvencesizlik, mobbing, rant ve çeteleşme üretmektedir!

İhtiyacımız olan eşit, ulaşılabilir, ücretsiz ve nitelikli sağlık hizmetidir. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğine inandığımız için “Başka Bir Sağlık Sistemi Mümkün! Başka Bir Hekimlik Ortamı Mümkün!” diyerek bu 14 Mart’ta yola çıktık. Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları olarak hizmet sunumundan tıp eğitimine, sağlığın finansmanından emekliliğe pek çok alanda devam eden yangını söndürmek amacıyla çalışmalara başladık. Beyaz Yürüyüşü ve Büyük Hekim Forumunu gerçekleştirdik, toplantılar yaptık, basın açıklamaları düzenledik, raporlar hazırladık.

Ne var ki, bu sefer kendimizi başka bir krizin içerisinde bulduk!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve kendisiyle birlikte belediye yöneticilerinin tutuklanma süreci tüm toplumu etkileyen anayasa ve demokrasi krizine dönüştü. Siyasi iktidarın anayasal demokrasiyi askıya alarak muhalefeti yargı yoluyla saf dışı bırakmaya çalışması yurttaşlarımız için en temel sorunlardan biri haline geldi.

Hekimler olarak bu krizi halk sağlığı sorunu bağlamında değerlendiriyoruz. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü anayasasında sağlık kavramı sadece hastalığın ve sakatlığın olmaması değil; zihinsel, fiziksel ve sosyal yönden “tam iyilik” hali olarak tanımlanır. “Tam iyilik” halinin gerçekleşmesinin koşullarından biri ise özgür, adil ve demokratik toplumsal düzendir.

Hukukun üstünlüğünün yok sayıldığı, adaletin ortadan kaldırıldığı bir yerde yalnızca yurttaşların siyasi hakları değil, yaşam koşulları ve özgürlükleri de tehdit altındadır. Bu nedenle, halkın iradesine yapılan her türlü müdahale hem insan hakları ihlali hem de halk sağlığı sorunudur.

Tıpkı Tıbbiyelilerin halkına duydukları sorumluluk duygusuyla bizler de hakikatin ve doğrunun yanında yer aldık.

Anayasal haklarına ve siyasi iradesine sahip çıkan yüz binlerle birlikte meydanlarda “Hak Hukuk Adalet” talebini yükselttik. Barışçıl gösterilerde kullanılan orantısız polis gücüne ve kontrolsüz biber gazına karşı tıbbi görüş oluşturduk. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ile başlayarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yayılan Tıp Öğrencilerinin gelecek ve demokrasi mücadelesinin yanında yer aldık. Bu süre zarfında tıp öğrencilerinin Odamızla aidiyet bağı kuvvetlendi ve her etkinliklerinde bizleri yanlarında görmek istiyorlar.

Yeni dönemin ihtiyaçları doğrultusunda daha fazla çalışmamız ve daha fazla dayanışmamız gerektiğinin farkındayız. Ancak demokrasi ve hukuk olmadan tek başına sağlığı konuşmanın yetersiz olduğunun da farkındayız.

“Başka Bir Sağlık Sistemi Mümkün!” derken artık “Başka Bir Türkiye Mümkün!” demenin zamanı geldiğini düşünüyoruz.

Bizden önceki Ankara Tabip Odası yönetimlerinin koymuş olduğu tuğlanın üzerine bir tuğla daha koyarak, mesleğimize, örgütümüze ve halkımıza olumlu bir şeyler katabilme isteği ve gayretiyle çalışmalarımızı sürdürdük, sürdüreceğiz.

Çağdaş Demokratik Laik Türkiye için mücadeleye devam edeceğiz!

Tutuklanan öğrencilerden birisinin yazdığı mektupta dediği gibi; “Bu memlekete kötülüğü ve karanlığı egemen kıldırmayacağız!”

Bizi yalnız bırakmayan meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz.

 

* ATO Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mine Coşkun'un Ara Genel Kurul açılış konuşması