Kars’tan Ankara’ya Bir Cumhuriyet Kadını

Paylaş:

Kars’tan Ankara’ya Bir Cumhuriyet Kadını

Türkiye’de kadın haklarının, her ne kadar son yıllarda gerilese de, bugün ulaştığı noktayı sağ­lıklı olarak değerlendirebilmek için, Cumhuriyet öncesinden günümüze kadar olan gelişme­leri gözden geçirmek gerekir. Atatürk Devrimleri ve Cumhu­riyet projesi ile başlatılan çağı­mızın başarılı çağdaşlaşma, öz­gürleşme ve aydınlanma projesi kapsamında Şubat 1926’da ka­bul edilen ve kadınla erkeği eşit kılan Medeni Kanun kişiler hu­kuku, aile, miras, eşya hukuku ilişkilerinde dini hukuk yerine laik hukuk düzeni getirirken, özellikle kadınlara tanıdığı hak­lar açısından toplumun aydınlık yüzü olmuştur. Türk Medeni Kanunu ile: Ailede kadın-erkek eşitliği sağlanmış, evlilikte resmi nikáh zorunluluğu getirilmiş, erkekler için tek eşle evlilik esası getirilirken kadınlara, is­tedikleri mesleğe girebilme hak­kı tanınmıştır.

Ve Türk Medeni Kanunu’nun doğal sonucu olarak, kadınlara siyasal alanda da haklar tanın­mıştır; 1930’da belediye seçim­lerine katılma hakkı, 1933’te muhtarlık seçimlerine katılma hakkı. 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınarak ka­dının konumu, “tebaadan yurt­taşa geçiş, karşıt cinsle eşit sta­tüye ulaşma” olarak kavram­sallaştırılmıştır.

Laik hukukun benimsenmesi ile her şeyden önce kadınların eğitim, çalışma yaşamı, siyaset gibi kamu alanlarına açılması yönünde adımlar atılmıştır. İşte kadınların eğitim, çalışma ya­şamı, siyaset gibi kamu alanla­rına açılma mücadelesi verdik­leri o yıllar, Yıl 1931…

O sene Kars valiliği şöyle bir karar alır: ortaokulda başarılı olan öğrencileri okumak üzere İstanbul’a göndereceklerdir. Çünkü o yıllarda Kars’ta lise yoktur. Cumhuriyet yönetimin­deki idari kadrolar başarılı öğ­rencileri özellikle de kız öğren­cileri lise ve yüksekokul oku­maları için teşvik etmektedir.

İşte bu uygulamadan yola çı­kılarak ortaokulu en iyi dere­ceyle bitiren üç kız öğrenci (iki Nezihe ve Şefika ) eğitim mas­rafları Valilik tarafından karşı­lanmak üzere İstanbul’a gön­derilir.

Nezihe (Yener) ve Şefika (Ata­man), kendi paralarıyla okuya­cak olan Kars’ın tüccarlarından Altunizade’lerin kızı Şerefnur ve oğulları ile birlikte bu aileye ait özel arabaları ile Trabzon’a hareket ederler. Trabzon’da iki gece bir otelde kaldıktan sonra üçüncü gün İstanbul’dan gelen vapura binerek yola çıkarlar.

Babası subay olan küçük Nezihe onlardan ayrı olarak seyahat eder. Şefika Ataman Trabzon – İstanbul arasındaki heyecanlı vapur yolculuğunu şu ifadelerle anlatır; “Çok dalgalı bir gündü, hatırlıyorum, otel müdürü -Kars’tan yazıp haber verdikleri için ilgileniyor- bizi vapora kadar götürdü. Vapora binişimiz çok heyecanlı oldu. O zaman limanı yok Trabzon’un, uzakta demir atıyor gemi, kayıklarla götürüp yerleştiriyorlardı vapora. Bizi götüren kayık vapora yanaşamadı. Kayıkta doktor Hasan Beylerin çok uzak bir akrabası olan akıl hastası bir yolcu da vardı. Onu İstanbul’a tedaviye götürüyorlardı. Vapora bindirecekler, kayık vapora yanaşıyor. Tedaviye götürülmekte olan yolcu vaporun merdivenine çıkacak, biz de onun arkasındayız. Önce o çıkacak ki biz de arkasından çıkalım. Ancak bir türlü çıkmıyor ve bağırmaya başlıyor. Bu arada kayık uzaklaşıyor. Vaporda, yukarda olanları izleyen Kars milletvekili ve eşi var. Milletvekilinin eşi “kızları kurtarın” diyerek feryat etmeye başlıyor. Çünkü kayığa gelen dalgalardan hepimiz sırılsıklamız. Tüccar ailenin kızı Şerefnur ince bir elbise giymiş, elbisesi sırılsıklam olmuş. Şerefnur sonraki yıllarda eğitime devam etmeyip lisenin dokuz ya da onuncu sınıfında bırakacaktı okulu. Daha sonra ise geçirdiği bir hastalık ardından öldüğünü duyduk. Sonunda kayıktan vapora geçerek üç dört günlük bir yolculuk ile Ordu’ya, Samsun’a, Sinop’a ve rota üzerindeki diğer limanlara uğrayarak, güneşli bir günde İstanbul boğazına girdi vapor. Tabii biz hepimiz İstanbul boğazını hayranlıkla seyre başladık. Gemi demir attıktan sonra karşılamaya gelen ağabeylerim beni alarak konaklayacağımız yere götürdüler.”

Şefika ve Nezihe İstanbul’da lise eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne giderler. Tıp fakültesini bitirdikten sonra Şefika Hanım kadın doğum uzmanı, Nezihe Hanım ise hariciyeci olur. Şefika Ata­man, Ankara’nın tek kadın has­tanesi olan ve ne yazık ki Bilkent Şehir Hastanesi’ne taşınma ne­deni ile kapatılan Zekai Tahir Burak Doğumevi’nde ve sonra­sında muayenehanesinde uzun yıllar çalışacaktır. Nezihe Yener ise yine Şehir Hastanesi‘ne ta­şınma nedeni ile kapatılan An­kara’nın en köklü hastanelerin­den Numune Hastanesi Hariciye Kliniği şefliğini yapacaktır.

Çalışmaları dönemin bilimsel dergilerinde yayımlanan Nezihe Yener’in, editörlüğünü daha son­ra TTB Merkez Konseyi baş­kanlığı da yapacak olan Asil Mukbil Atakam’ın yaptığı Ana­dolu Kliniği’nde özellikle kalp yaralanmaları ile ilgili çalışma­ları yer aldı.

Yıl 1953. Etibba Odaları son­rası Türk Tabipleri Birliği ya­sasıyla TTB Merkez Konseyi ve tabip odaları kuruldu. 20 Hazi­ran 1953 yılında yapılan seçim­ler sonrasında Ankara Tabip Odası ilk yönetim kurulu şu üyelerden oluştu; Prof. Dr. Ha­san Tahsin Kamay, Prof. Dr. Nusret Karasu, Prof. Dr. Kemal Serav, Op.Dr. Nezihe Yener, Dr. Mahir Mavioğlu, Dr. Alaaddin Erkmen, Dt. Cavit Kurdoğlu.

Kız öğrencilerin tıp fakülte­lerine kabulünün oldukça zah­metli bir sürecin ardından ger­çekleşebilmesi ile ilk kadın he­kimlerimiz unvanını alan Zaruhi Kavalcıyan ile Safiye Ali’nin izinden giden ve Cumhuriyet sonrası aydınlanmanın tıp ala­nında yetiştirdiği değerli he­kimlerimizden olan Dr. Nezihe Yener böylece Ankara Tabip Odası’nın ilk kadın yönetim ku­rulu üyesi olarak hekimlik ve kadın mücadelesi tarihine adını yazdırmış oldu. Mücadele ve meslek azminin hepimize ışık olması dileğimizdir.

Bu yazı Narınç Ataman’ın, Dr. Şerife Ataman’ın hayat hikayesi üzerinden yapmış olduğu “Bir Kadın Doktorun Yaşamöyküsü Üzerinden Meslek Sahibi Cumhuriyet Kadını Kimliğinin Oluşumu” Yüksek Lisans Tezi temel alınarak kaleme alınmıştır.

*Bu yazı Hekim Postasının 99. sayısında yer almıştır.