14 Mart: 100 yıl önceden bugüne, bugünden yarına…

Paylaş:

İnsan eylemiyle var, tarihin öznesi oluyor. Olanın içinde yaşıyor, yer alıyor, katkı sunuyor, karşı çıkıyor, inat ediyor, sevgiyle büyütüyor. Değer verdiği “şey”ler var, değerleri var, insan değerleriyle insan oluyor ya da olamıyor.

Tarihlere anlam yüklemek. Nihayetinde mevsimler değişiyor, aylar, günler. Doğum günü, ölüm günü, bir direnişin başladığı tarih ya da darbe yapıldığı gün, Cumhuriyet’in kuruluşu…

Bursalı bir hekim, Hamdi Uğur, 1919’un 14 Mart’ını “Tıbbiyeli Hikmet’in günlüğünden” adıyla öyküleştirerek kısa bir mektupla hekimlere iletiyor. “Gerçek” Hamdi Uğur’un kurgu öyküsüyle bire bir aynı mıdır? Bilinmez ama böyle ya da buna çok yakın olmalı. Nereden biliyoruz?

Kitapları karıştırınca bu topraklarda 1827’de modern tıp eğitiminin başladığı tarihten 1919’a geçen yaklaşık 100 yıllık bir zaman diliminde hekimlerin “arayışını” görüyoruz:

“mektebi tıbbiye talebesinin daima sarayın aleyhine ahrarane (özgürlükçü, hürriyetçi) fikirler taşıdığını (…) tıbbiyelilerin padişahım çok yaşa yerine padişahım baş aşağı diye haykırdığını
(…) tıbbiye ile ayrı düşünülemeyen iki sözcüğün karşı durduğu istibdat ve aradığı hürriyet olduğunu (…) bu nedenlerle cami altında işkence gördüklerini (…) tıbbiyenin cehalete, taassuba (kör tarafgirliğe), gericiliğe, yoksulluğa, ezilmişliğe direnişle simgeleştiğini (…) özde devrimci, ilerici, özgürlükçü ve bilimden yana olduklarını, okuyoruz.

Hekimler bu topraklarda 100 yıldır mesleki pratikleriyle yaşadıkları topluma, çağa karşı sorumluluklarının sancısını, deyim yerindeyse yükünü taşıyarak yürüdüler, yürüyorlar.

Günümüzde de Türkiye’de hekimlerin, eksiği fazlasıyla ortak zemin olan TTB’de simgeleşen ama onunla sınırlı olmayan gövdesinin demokratik değerlere, aydınlanmaya, laikliğe sahip
çıktığını, yoksuldan, dezavantajlıdan yana tutum aldığını, ‘öteki’yi gözeten/empati kuran, eşitlik ve özgürlüklerin güvencesi olan uygarlığın hukukuna, doğaya saygılı, barışın egemen olduğu bir “hâlin” toplumun sağlığının da ön koşulu olduğunu bilerek ve seslendirerek yürümeye çaba harcadığını görüyoruz.

Zor ama işte bu ortamda ve bu an’da kendimizle yüzleşebilir, bir muhasebe yapılabiliriz, yapmalıyız.

İlk adım olarak 1919’da işgale, emperyal güçlere karşı tutuma “vesile” olarak 14 Mart’ı bulan özgürlükçü, bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, taassuba karşı hekimlerden 100 yılın ardına, bugüne kalanı düşünmeliyiz. Düşünmeliyiz çünkü 100 yıl sonraya bırakılacak olana karar verme anında, eşiğindeyiz.

1919’un 14 Mart’ı, üzerinden geçen onlarca yıla rağmen soluklaşıp sönümlenmiyor. İçeriği kimi zaman unutulur gibi olsa, şekilsiz bir çağrışım yaptıran kimi anlara tanık olunsa da varlığını korudu, koruyor ve 2019’da cevap bekleyen bir soru olarak gelip karşımıza dikiliyor: 100 yılın muhasebesi nedir ve yarına ne bırakıyorum/uz?

Kim cevap verecek? Kuşkusuz öncelikle herkes kendi başına. Kaytarmak mümkün mü? Elbette, biraz da o yüzden “bu hâlde” değil miyiz zaten!

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyet’ine, 500 civarı hekimden 160 bin hekime, binde yüzlü bebek ölümlerinden onlu rakamlara… ez cümle en yetkililerce yazılıp çizildiği, vaaz edildiğine göre son 17 yılda sağlık sisteminde büyük bir başarı öyküsü yaratmış ve bu yönüyle de en önlerde gelen bir ülkeyiz.

İstersek övünebiliriz, hakkımız değil diyemem. Ama şunu da göz ardı etmezsek: Bugün sağlıkçı şiddeti ve katledilen hekimlerle tüm ülkeler içerisinde en önlerde yer alıyoruz. Salgın hastalıkların ölüm olarak kol gezdiği günlerden o dağ bu tepe şu yayla beriki mezraya köy köy aşılama için verilen çabalardan aşı reddinin 30 binlere ulaştığı bir ülkeye geldik. 100 yılı dolmadan Cumhuriyet’ten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen bir ülkeye dönüştük. O dönüşüm sürecinde Başbakan tarafından “hekimler iğne bile yapmayı bilmez”le damgalandık, bu topraklarda emperyalistlere karşı protesto yapan hekimlerden ülke insanı tarafından katledilen hekimlere “başkalaştık”. Dönüştürüldüğümüz ya da hedef gösterildiğimiz sağlık hizmeti gerçeğini Hükümet’in öne çıkarttığı AVM kılıklı şehir hastanelerinin yürüyen merdivenlerinde ya da uçsuz bucaksız koridorlarında koştururken düşünebiliriz: Döviz üzerinden parası ödenen bu
hastanelerin kirasıyla kaç çocuğumuzun sağlıklı beslenmesi kesintiye uğruyor ya da bu kaynaklarla uluslararası ölçekte acaba kimler zengin ediliyor diye – bir an da olsa- aklımızdan geçirebiliriz.

Nihayetinde 100 yıldan süzerek anladığımızı, her şeye rağmen bu toprakların hekimleri olarak hekimlik adına neleri yarına taşıyacağımızı önümüzdeki süreçte inatla, ısrarla ifade etmeye, göstermeye ihtiyaç var:

Sıkıştırılmak istendiğimiz hekim-hasta hakkı ikilemine düşmeden, içine itildiğimiz müşteri memnuniyeti girdabına kapılmadan, insan ve sağlık hakkı temelinde birey/hasta, toplum sağlığı için her zaman en iyi olanı düşünen, bu amaçla çabalayan bir mesleğe ait olarak, toplum yararına bir hekimlik için.

(Aşağıdaki iki yazıdan derlenmiştir:

14 Mart, 100 yıl muhasebesi: Orada olacağım! Eriş Bilaloğlu, Bianet, 07 Mart 2019 https://bianet.org/bianet/siyaset/206169-14-mart-100-yil-muhasebesi-orada-olacagim

Hekimler Hükümeti rahatsız etmeye devam ediyor! Eriş Bilaloğlu, BirGün Gazetesi Pazar eki, 11 Kasım 2018 http://sendikalmucadele.org/hekimler-hukumeti-rahatsiz-etmeye-devam-ediyor-eris-bilaloglu/)