Adalet ve Sağlık

Paylaş:

Dr. Vedat Bulut

ATO Yönetim Kurulu Başkanı

Ankara Tabip Odası kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü olarak ülkede adaleti aramaktadır. Evrensel iyi hekimlik değerlerini savunmada evrensel hukukun ilke ve esaslarına sığınmak zorundayız. Hukuk devleti hukuk kurallarına önce kendisi uyan ve işlem ve eylemlerini hukukilik denetimine tabi tutan devlettir.  Hukuk devletinin sağlık yatırımlarında “Stratejik ticari sırrı’’ olabilir mi? Ülkemizde maalesef olabilir. 25 milyar dolarlık yatırım bedeli öngörülen “Şehir Hastaneleri’’nin sözleşme, ihale şartnameleri bu kapsamda tutularak kamuoyu ve ilgili meslek örgütleriyle paylaşılmamaktadır.

Kuvvetler ayrılığı kuvvetlerin “Tek Adamlığı’’na dönüşmüş durumdadır. Mahkeme kararları arasında çarpık emsal kararlara ve içtihatlara yol açan farklı kararlar verilmeye başlanmış ve yargı birliği esası da hasarlanmıştır. Sermaye sahiplerinin ve emekçilerin etkilendiği kanunlar ve idari uygulamalar öylesine orantısızdır ki, son gelen krizde emekçilerin birikimlerine, işsizlik fonuna, kıdem tazminatlarına, emekli ikramiyelerine göz dikilmektedir. Bir tarafta 425 milyon TL vergi affı malum sermayedara tanınırken ve bir grup sermaye sahibine vergi muafiyetleri getirilirken, diğer taraftan TÜFE oranlarını zorlama istatistiklerle düşük göstererek enflasyona karşı emekçi gelirlerinde gerileme-erime sermaye transferinden başka nedir? Çocukların istismarında ve kadına şiddette evrensel hukuk normlarının yerine ilahi (?) hukuk normları işletilmeye çalışılmaktadır. Sözleşmelerinde özgür ve güvenlikli bir anlaşmaya varamayan işçilerin grev hakkı engellenmekte ve işverenler kayırılmaktadır. Hak arama hürriyeti dolaylı uygulamalarla kısıtlanmaktadır. Bireylerin, emekçilerim müktesep hakları gün geçtikçe tırpanlanmaktadır. Kanunun açıkça suç saymadığı fiiller nedeniyle yüzlerce meslektaşımız birkaç karanlık elin oynattığı kalemle fişlenmiştir. Hak ettikleri işlerine başlamaları, eğitimle hak ettiği sertifikalarını bile almaları engellenmeye çalışılmıştır. Hekimlerimizin fişlenmiş olanlarının işyeri hekimliği sertifikasyon programlarından elde ettikleri hakları 10 ay boyunca engellenmiştir. Suç ve cezada kanunilik ilkesi yerle yeksandır. Hukuki sorumluluğun şahsiliği ilkesi bile göz ardı edilmiş, bırakınız genç meslektaşlarımızın fişlenmesi, anne ve babalarının siyasal parti üyelikleri ve görüşleri bile atanmalarına engel görülmüştür. Bir cezanın somut bir olaya ve delile de gereksinimi yoktur bu düzende. Bir karanlık elin kerameti kendinden menkul fişi yeterlidir. Kanunda olmayan suçun, fiilde herhangi bir kusur bulunmasa bile, karşılığı kanunda yer almayan cezası keyfilikle verilmektedir. Suçsuzluğun ispatı suçlanana yıkılmakta, iddia makamları iddialarını ispat etme yükümlülüklerinden arınmış gözükmektedir. Yargı süreciyse her nedense asla makul sürelerde gerçekleşemez. Mahkemelerin kesinleşmiş hükümleri olmasa bile yazılı ve görsel basın yoluyla, idari uygulamalarla, uzayan gözaltı ve tutukluluk süreleriyle zaten suçlu olarak etiketlenen birey cezalandırılır olmuştur. Yargı yetkisinin kullanılmasında hâkimlere ve mahkemelere emir ve talimat verilemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı açıkken, her gün bunun aksini gözlemekteyiz. Bireylerin hürriyet ve güvenlikleri tehdit altındadır ve korku ve endişe içerisinde yaşamaya itilen bireyler biat etmeye zorlanmaktadır. Keyfi gözaltılar, tutuklamalar, hürriyet mahrumiyetleri günlük alelade olaylar olmuştur. Hâkimler baskı altındadır.

Böyle bir sistemde meslek örgütlerinin ve sendikaların üyelerine ait hakları korumada kısıtlandıkları, koruyamadıkları ve Anayasa ve yasalardan kaynaklanan yetkilerini kullanamadıklarına ilişkin yüzlerce örnek verebiliriz. Yasa yapıcılar meslek örgütlerinin önerilerine kapılarını kapatmakta ve emsaller arasında eşitlik ilkelerine uymayan yasalar onaylamaktadır.

Torba halinde TBMM’ye getirilerek onaylanan 7146 no’lu kanunun getirdiği karmaşa evrensel hukuk ilkelerini yerle bir eden yeni uygulamaları yaşamımıza soktu.

Emekli hekimlerin maaşlarına zam yaparız, amma SSK ve Bağ-Kur emeklilerine zinhar vermeyiz denmiştir. Uzman doktor ve diş hekimlerinin maaşı 2 bin lira, uzman olmayanların ise emekli maaşı bin 533 lira arttırılacaktır buyrulmuştur. Seçimlerden önce verilen bu sözün yerine getirilmesiyse 1 Ocak 2019 tarihinde başlatılacaktır. Biraz daha beklenseydi seçimin yıldönümüne denk getirilebilirdi. Emekli olup evinde oturanlara bu zammı veririz, emeklilik sonrası tekrar iş bulup çalışanlara vermeyiz denmiştir. Sağlık çalışanlarının yıpranma payı Cumhurbaşkanımızın seçimden önce açıkladığı şekliyle her yıl için 90 günlük yıpranma payı verileceği sözü, seçimlerden sonra TBMM’de kabul görmemiş olacak ki 60 günü yeterli bulmuşlar. Sağlık çalışanlarının yıpranması kanunun çıktığı tarihten itibaren geçerli olacakmış. Yani iş koşulları 26 Temmuz 2018 tarihinden itibaren zorlaşmıştır ve risk faktörleri artmıştır. 25 Temmuz 2018 tarihinde sağlık çalışanları ne yıpranmaktaydı ne de risk altındaydı. Adil olmayan ve çifte standart oluşturan bu yasa maddeleri ve evrensel hukuk ilkelerinin unutulması bize Bağdat sokaklarında “Adalet, adalet, adalet’’ diye haykıran Behlül Dânâ’yı hatırlattı.

Adalet gerçekleşmeden sağlık çalışanları mutlu olur mu?

Adalet olmadan sağlık olur mu?