Apaçiler Barış İstiyor…

Paylaş:

Dr. Onur Naci Karahancı

ATO Yönetim Kurulu Üyesi 

“1876’da Amerika Ordusu Çirikavaları bir Kızılderili kampına taşımayı denedi. Fakat Gerenimo Meksika’ya kaçtı. Beyazlar tarafından korku saçan bir Apaçi olarak tanıtıldı. Yaptığı şeyler abartılı bir biçimde yansıtıldı. Askerler onu yakalayabilmek için çok büyük mücadeleler verdiler. Mücadelenin son 5 ayında 5000 asker ve 500 keşifçi izlerini takip ederek Gerenimo’ya ve kampına ulaştı. O ve adamları teslim olmaya zorlandılar ve sonunda yakalandı. Arizona’ya geri gitmeyi umdu ama Gerenimo ve adamları Florida St. Augustine’ye nakledildi. Nakledildikleri yerde çoğu sıtma ve tüberkülozdan öldü. Gerenimo büyük bir aşkla sevdiği topraklarını bir daha göremedi. Arizona’da yıllar sonra federal hükümetin hapsettiği kampta bir mahkûm olarak öldü…” (Bunu yazan wikipedianın yalancısıyım..)

Tarihte baktığımızda her coğrafyanın Apaçileri var olmuştur. Ana eksen Gerenimo değil de hep özlemle dolu geçen mülteci yaşamdır. Hele korku egemen olmuşsa kendimize artık kendimize bile mülteciyizdir. Tek umudumuz barıştır ve mültecisi olduğumuz her şeye bir an evvel kavuşmaktır. Temel sorun nedir? Beyaz adam mı? Apaçinin Apaçiye ettiği ne olacak? Asıl sorun zorbalıktır, gözü doymazlıktır ve şiddettir..

Bizim Gerenimo’dan çok daha önceleri İslam coğrafyasında servet biriktirme ve haksızlığın karşısında sözünü esirgememesiyle tanına sahabe Ebuzer el-Gifari “Evinde ekmek olmadığı halde kınından sıyrılmış kılıcıyla başkaldırmayan adama şaşarım demiş.” hiçbir haksızlıkta sözünü esirgememiş, sonunda sürgünü yemiş, kendisi hariç her şeyin mültecisi olmuştur.

Ebu Zer’den feyz alan; yazılarında ondan çokça bahseden Ali Şeriati de “Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim. Ben rahatları rahatsız etmek için geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki herkesi rahatlatayım. Ben yazılı cevapları olanlardan değilim. Eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa, rahat insanları rahatsız etmeli, suskunları konuşur, uysalları hareketli hale getirmeli, donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır.” “Bir yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çağırıyorsa, bil ki bu bir hainin davetidir.” demiş; ona da başka bir şey kısmet olmamış, kendinden başka her şeye mülteci olmuş, yollara düşmüştür. Aslına bakınca hepsi devletlerin mültecisi olmuş ve hepsi toplumla devlet arasında kalmıştır…

Sakın umutsuzluğa kapılmayın! Şimdi de umut konuşacak, barış konuşacak. Tamam belki sürgün düşmüş kaderlerine ama yola çıkarken de “Camide olup ayakkabılarımı düşünmektense, yolda yürüyüp Allah’ı düşünmeyi tercih ederim.” [i] demesini de bilmişler.

 “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.” demiş Yaşar Kemal… Şimdi barışı konuşalım o halde? Barışın ilk koşulu birbirine üstünlük taslamadan Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır”mak, “bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne” olunca ”kendi iyiliğine de baş kaldır”maktır.[ii] Peki ezilen ezen dengesizliğinde kim barış istemez?..

Ezen her zaman pes edilmesini ister, söylediği/yaptığı yanlışlara susulmasını, sonrasında da yanlışların onun adına ondan daha da fazla savunulmasını… Yani bu kısır döngü seni senin kendi mültecin olmana kadar yutup, yok eder. “İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur” demiş ya Aziz Nesin; barış demeye bile korkanlarımız, sorumlu ararken de gözün kendini göremediği gibi kendilerinin bile farkında olamıyorlar ne yazık ki… Hekimlerin ne alakası var barışla diyenlerin de; Suriye’de ölümden kurtulup gelebilen  çocukların neden  aşılanamadığını ve nasıl sağlıklı olabileceğini değil de ülkede eredike edilmiş hastalıkları yeniden hortlatacağını, aşı oranlarının onların yüzünden düştüğünü tartışması da bizi şaşırtmaz galiba?

Gelelim Apaçilerin durumuna… Apaçilerin barış istemesi onların güçsüz olduğunu göstermez aman… Tam tersine artık gel bakalım Washington, Adams, Obama, Trump otur da biraz eşit eşite konuşalım demesidir. Bunu yaparken ilk şey de her türlü kendini beğenmişliğe, kibire Hayır! demeyle başlamasıdır. Hiç beklenmeyen bu hayır’lı tepki çok ezber bozacak, ama hiç gevşemeyeceğine inandığım Gerenimogiller, teklik Allah’a mahsus diyecek, çok sesli, çok düşünceli, çok renkli, özgür düşüncelerden başka hiçbir şeyin havada uçuşmadığı bir yaşamda diretecekler ki bu konu Apaçiler için tertemiz kapansın.

“…Ama barış ağaç değil, ot değil ki

yeşersin:

Sen istersen olur barış, istersen

çiçeklenir.

Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.

Bilin kuvvetinizi.

Bir tabiat kanunu değildir savaş,

Barışsa bir armağan gibi verilmez

insana:

Savaşa karşı

Barış için

Katillerin önüne dikilmek gerek,

” Hayır yaşayacağız!” demek…”

Bertolt BRECHT