Aşılar Tüm İnsanlığın Ortak Kazanımlarıdır

Paylaş:

ATO'DAN

DSÖ’nün kurulduğu 1948 yılından günümüze kadar altı kez ‘küresel çapta kamu sağlığı acil  durumu’ ilan edilmiştir. Bunların tamamı 21. yüzyılda yani son 20 yıl içinde ortaya çıkmıştır. Sonuncusu da içinde bulunduğumuz Covid-19 pandemisidir. Oysa ki  merkez kapitalist ülkelerin sağlık otoriteleri, biyomedikal endüstrisinin büyük şirket yöneticileri ve DSÖ  artık bulaşıcı hastalıklar çağının kapandığını, çağımızın artık kronik hastalıklar çağı olduğunu belirtmişlerdi. Ancak günümüzde başta Güney Yarım Küre ve Uzak Doğu ülkeleri olmak üzere küresel çapta her yıl tüberküloz, sıtma, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklara bağlı olarak milyonlarca insan hayatını kaybetmektedir. Yine Tüberküloz hastalığı halen küresel çapta insan sağlığını tehdit eden ilk on risk içinde bulunmaktadır (1). Diğer taraftan UNİCEF ve BM’nin rapor ve açıklamalarında dünyada düzenli olarak temiz suya ulaşamayan kişi sayısının iki milyarın üstünde olduğu bildirilmektedir (2). Bununla birlikte yetersiz sanitasyon koşulları ve temiz suya erişememek halen önlenebilir ölüm sebepleri içerisinde ilk sıralarda yer almaktadır (3).

Temel sağlık hizmetlerinin en önemli basamaklarından biri de bulaşıcı hastalıklardan aşı ile bağışıklanarak korunmaktır. Aşı ile bağışıklık kazanma bireyi enfeksiyondan koruduğu gibi, enfeksiyonlara bağlı morbidite ve mortaliteyi de önlemektedir. Aşılanma bireysel korunmayı sağladığı gibi toplumsal dayanışma sayesinde toplum sağlığını koruyan en güvenilir yöntemdir. Aşılama sayesinde bulaşıcı hastalıklara bağlı yüz milyonlarca insanın ölümü önlenmiştir.

DSÖ’nün temel aşılama programı sayesinde yıllık olarak üç milyondan fazla kişinin ölümü engellenmektedir. Aşı sayesinde çiçek hastalığı eradike edilirken, polio gibi bulaşıcı hastalıklar da neredeyse yok denecek kadar düşük oranlarda  görülmektedir. Fakat başta aşıya ulaşamama ve diğer taraftan aşı reddi ve tereddütü nedeniyle ülkemizde ve küresel çapta her yıl aşılanamayan çocuk ve yetişkin sayısı giderek artmaktadır.

Aşı insan hayatını kurtaran ışıltılı bir buluştur. Birçok tıbbi beşeri ürünün aksine aşıların araştırma ve geliştirme aşaması kamu kaynakları kullanılarak yapılmaktadır. Günümüzde aşı üretimi ne yazık ki, aşı üreten şirketler açısından oluşturdukları mali riskler ile birlikte anılmaktadır. Covid-19 aşılarının üretim aşamasında da gördüğümüz gibi  aşının preklinik çalışmaları tamamlandığında ve bir ürün haline gelmek üzereyken küresel çapta büyük biyomedikal firmalar devreye girmektedir. Ürünün üretim ve pazarlaması bu şirketlere devredilmektedir. Oysa tüm preklinik ve klinik araştırma evreleri milyarlarca dolar kamusal destek ile yürütülmektedir. 1994 yılında Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) kurulmasından kısa süre sonra ‘fikri mülkiyet hakkı!’ (patent yasası) devreye sokulmuştur. Kamu kaynakları kullanılarak üretilen - insanın yaşamı ve hayatı için yararı kanıtlanmış - aşılar ve immunglobulinler gibi  temel tedavi ürünleri dahi  birer meta haline dönüştürülmüştür. Patent yasası yoluyla 20 yıl süre ile bu ürünlerin üretim ve pazarlaması küresel çaptaki büyük şirketlere imtiyazlı olarak devredilmiştir. Patent yasasıyla birlikte daha önceleri yoksul ülkelerin ecza deposu görevi gören küçük çaplı biyomedikal firmaların üretim ve pazarlama hakkı elinden alınmıştır. Şarbon krizi sırasında ilacın patentini elinde bulunduran ilaç firması Irak ve Hindistan’a elinde yeterli stok olmadığı gerekçesiyle şarbon ilacını göndermemiştir, bu ülkeler ilacı kendileri üretmeye başladıklarında ise haklarında patent davası açmıştır. Benzer süreçlerin üçüncü dünya ülkeleri için aşı üretimi konusunda da yaşanacağı oldukça açıktır.

IMF, Dünya Bankası  ve DTÖ tarafından son kırk yıldır uygulanan ekonomi politikaları ne yazık ki ülkemizde de etkili olmuştur. Sağlık alanında ‘reform’ adı altında sağlıkta dönüşüm programları 1980’lerin ikinci yarısından itibaren uygulanmaya çalışıldı. Sağlık emek ve meslek örgütlerinin dirençli ve ısrarlı muhalefeti ile bu programların uygulamaya sokulması geciktirilse de bu politikalar AKP iktidarı tarafından 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı ile uygulanmaya başlanmıştır. 1933 yılından itibaren ülkenin temel aşılama programında  yer alan aşıları ve immunglobulin üretebilen Hıfzıssıhha Enstitüsü 1990’lardan itibaren ülkeyi yöneten tüm iktidarların ortak çabasıyla önce işlevsizleştirilmiş ve ardından  2011 yılında kapatılmıştır.

Covid-19 virüsü ve pandemi  birçok alanda  olduğu gibi (toplumsal düzen ve küresel çapta uygulanan üretim biçiminden kaynaklı) aşı konusunda da yaşanan eşitsizlikleri daha da görünür kıldı.

Küresel çapta bir salgın yaşanırken ve bu salgından yüksek riskli grupta yer alan sağlık emekçileri, ileri yaştaki bireyler ve kırılgan gruplar (yoksullar, göçmenler, emekçiler, özgürlüğünden alı konulanlar) etkilenirken, dünyada üretilen ve üretilecek olan aşıların çok büyük bir kısmını (%70 ) GSMH en yüksek olan ülkeler satın almış durumdalar. Aynı şekilde bugüne kadar uygulanan 227 milyon doz aşının tamamına yakını bu ülkelerde uygulanmıştır. Küresel çapta süren bu salgında başarılı olmanın yolunun küresel çapta etkin mücadeleden geçtiğini vurgulamak istiyoruz. Aşılar kamusal ürünlerdir ve insanlığın ortak kazanımlarıdır. Herkese etkililiği, güvenliliği kanıtlanmış kaliteli aşıların eşit ve ücretsiz yapılması sağlık hakkı ve yaşam hakkının gereğidir.

  1. http://apps.who.int/iris.
  2. Global Water Supply and Sanitation Assessment 2000 Report(5) da  WHO, UNICEF, ve  Water Supply and Sanitation Collaborative Council
  3. https://en.m.wikipedia.org/wiki/Preventable_causes_of_death