Ato'dan
Değerli meslektaşlarımız, İki yıldır devam eden pandemi, etkisi azalsa da henüz sonlanmadı. Resmi rakamlarla Dünya’da 532 milyon vaka, 6 milyon 300 bin ölüm gerçekleşti. Türkiye’de ise 15 milyonun üzerinde vaka ve 100 bine yakın ölüm oldu. Gerçek rakamların çok daha fazla olduğu da tahmin ediliyor/biliniyor.
Gerekli ve yeterli önlemler alınmadan üretim süreçlerini devam ettiren, emekçilerin uygun olmayan koşularda çalışmasına göz yuman, vatandaşlarımıza yeterince destek olmayan, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının temsilcilerine kapıyı kapatan, TTB ve bilim insanlarının uyarılarına kulak tıkayan, il hıfzıssıhha kurullarında tabip odalarına yer vermeyen iktidar ve Sağlık Bakanlığı pandeminin ağır geçmesinden sorumludur.
Pandemi döneminde, yeterince alınmayan önlemler ve ağır çalışma koşulları sonucu, on binlerce sağlık çalışanı enfekte oldu, 188’i hekim 521 aktif sağlık çalışanı ise hayatını kaybetti. Yoğun ve yorucu çalışma koşullarının maddi ve manevi karşılığı olmadığı gibi, Covid-19 meslek hastalığı dahi kabul edilmedi.
Çalışma koşullarının ağırlığı, uzun ve yorucu nöbetler 23 Ekim 2021 tarihinde Bilkent Şehir Hastanesi Kadın Doğum asistanı Dr. Rümeysa Berin Şen’in trafik kazasında ölmesine neden oldu. Asistan hekimlerimizin eylem ve etkinliklerinin de etkisiyle nöbet sonrası izin genelgesi (Aslında var olanın hatırlatılması bir bakıma) yayımlandı. Ancak ATO Asistan Hekim Komisyonu’nun Dr. Rümeysa Berin Şen’in ölümünün dördüncü ayında yayımladığı raporda, 217 üniversite ve EAH kliniğinin sadece 55’inde genelgenin hayata geçtiği tespit edildi. Başta nöbet ücretinin kesilmesi ve diğer nedenlerle, nöbet ertesi izin kullanılmasının da çok mümkün olmadığı açıkça görüldü.
Ankara Tabip Odası’nın 2021 yılı Eylül ayında hekimler için 7200 ek gösterge talebiyle hazırlamış olduğu broşürle hastane ve ASM ziyaretlerinin ardından, Ekim ayında Türk Tabipleri Birliği, sağlık emek ve meslek örgütleriyle birlikte özlük ve mali haklar ile halkın sağlık hakkına yönelik talepler ve çözüm önerileri eylem, etkinlik ve basın açıklamaları ile dile getirildi. 23 Kasım’da İstanbul’dan başlayıp 27 Kasım’da Ankara’da yapılan Beyaz Forum ile sona eren Beyaz Yürüyüş, 26 Ocak-4 Şubat arasında tutulan Beyaz Nöbet, 15 Aralık, 8 Şubat, 14-15 Mart G(ö)REV eylemleri ve son olarak 29 Mayıs’ta, Ankara’da düzenlenen BEYAZ MİTİNG ile meydanlardan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının sesi duyuruldu.
Yoksulluk sınırının 19.600 TL olduğu bir ortamda, ilçe sağlık müdürlüğü ve bağlı birimlerde çalışan pratisyen hekim aylık ücretinin (Maaş + ödemeler dahil) 11.400 TL, uzman hekim ücretinin 13.500 TL olması, asistan hekimlerimizin nöbet ücreti olmadan 10 bin TL’nin altındaki maaşları, bir çok hastanede farklılık gösteren ve gittikçe azalan performans dahil 15 bin TL’yi bulmayan uzman hekim maaşları kabul edilemez. Yaşanan devasa sorunlar nedeniyle kamu tıp fakültelerini bırakıp özel/vakıf üniversitelerine, özel hastanelere geçen akademisyen sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Bu gerçeklerin görülmesi ve gereğinin yapılması gerekir.
Yüksek enflasyon, zamlar ile belirginleşen ekonomik kriz başta çocuklar olmak üzere bütün vatandaşları oldukça olumsuz etkilemektedir. Asgari ücretin 4.253 TL, açlık sınırının 4.928 TL olduğu bir ortamda nüfusun önemli bir bölümü temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
Derin yoksulluğun kronik hale gelmesiyle, yetersiz beslenme ve uygun olmayan koşullarda yaşama, hem bedenen hem de ruhsal açıdan sağlıksız nesillerin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Beslenme, barınma, temiz bir çevre, uygun çalışma koşulları, yeterli gelir gibi sağlıklı olmanın temel koşullarına erişim azaldıkça, sağlıksız bir toplum oluşuyor ne yazık ki. Önce çocuklar olmak üzere, ülkemizde yaşayan bütün bireylerin, bu ülke vatandaşı olduğu için temel ihtiyaçları, destek, yardım adı altında değil, bir hak olarak karşılanmalıdır.
Sağlıklı bir toplumun olmazsa olmazlarından barış, demokrasi ve özgürlükler diye tarif edeceğimiz siyasal iyilik halini, bizi biz yapan bütün değerlerimizle oluşturmak için hep birlikte çaba göstermeliyiz.
Hangi gerekçeyle yapıldığı soru işaretleri barındıran, geçen senenin aynı dönemine göre iki kat artırılan TUS kontenjanlarının uzmanlık eğitiminde ciddi sorunlar yaratacağı oldukça aşikâr. Bundan kırk dokuz yıl önce, Türk Tabipleri Birliği’nin önerisiyle Yüksek Sağlık Şurası’nda kabul edilen ve TTB temsilcisinin de içinde yer aldığı “Milli Jüri” 18.04.1973 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğü girmiştir. Uzmanlık eğitiminin ilkelerini, planlarını, programlarını, eğiticilerin niteliklerini, hastanelerin özelliklerini ve sınavların yer, zaman ve şeklini belirleyecek olan “Milli Jüri”den günümüzde hangi kriterlerin esas alındığı belli olmayan bir döneme gelmiş olmamız oldukça sıkıntılı bir durumdur.
TUS tercihleri de sağlıkta geldiğimiz tablo açısından oldukça düşündürücüdür. Beyin Cerrahisi, Kalp Damar Cerrahisi, Göğüs Cerrahisi, Acil Tıp, Çocuk Cerrahisi düşük puanlara rağmen tercih edilmemişlerdir. FTR, Dermatoloji, Çocuk- Ergen Ruh Sağlığı, Radyoloji gibi görece daha az riskli bölümler tercihlerde üst sıralarda yer almıştır. Şişirilmiş TUS kadrolarına atanan hekimleri nasıl bir eğitim sürecinin beklediği belirsizdir. Kliniklerin eğitici ve diğer olanaklar açısından yeterli olduğunu söylemek güçtür. Ağırlıklı olarak ucuz emek gücü yetiştirmeye yönelik bu sürecin ileride yaratacağı olumsuzlukların giderilmesi için biran önce adım atılması gerekmektedir.
Mobbing, şiddet, ağır çalışma koşulları, 5 dakikada muayene, yoksulluk sınırının altında kalan ücretler, liyakatsiz atamalar yanında, ülkemizin ve sağlık ortamının içinde bulunduğu durum nedeniyle özellikle genç meslektaşlarımız yurtdışına gitmektedir. Geleceklerini ülke dışında arayan hekimlerimizin sayısı her geçen yıl artmakta, 2022 yılının ilk beş ayında TTB’den iyi hekimlik belgesi alanların sayısı bini geçmiş durumdadır. Mezuniyet sonrası sayının daha da artacağını düşünürsek, on yıl önce 2012’de 59 olan bu sayının yıl sonunda 2500-3000’i bulması beklenmektedir. Bu ülkemiz açısından ciddi bir kayıptır.
Sadece tıp alanında değil, her meslekten okumuş, nitelikli, aydın genç beyinlerimizi kaybediyoruz. Bunu önlemenin yolu gençlerimizin umutlarını, hayallerini gerçekleştirecekleri bir ülkeyi yaratmaktan geçiyor. Tıp ve sağlık alanında da bu görev bizlere, hepimize düşüyor.
Birlikte başaracağımıza inanıyoruz.