“Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar”

Paylaş:

ATO’dan

Dünyada ve ülkemizde uygulanan sağ popülist politikalar, coğrafyamızda yaşanan savaşlar ve çatışmalar nedeniyle zor bir dönemden geçiyoruz. Ülkemizde ayrımcılık, ötekileştirme ve nefret dili başta siyasi iktidarın bileşenleri tarafından olmak üzere muhalefet tarafından da giderek daha sık kullanılmaya başlandı. Maalesef bu söylemler toplumun her alanında etkisini gün geçtikçe daha fazla göstermektedir.

Akdeniz ve Ege bölgesinde yaşanan orman yangınları sırasında kimlik kontrolü yapma cüretini göstererek yapılan linç girişimleri, anadili Kürtçe ile konuştukları için katledilen yurttaşlar, Konya’da yaşanan katliam ve son olarak Ankara’nın Altındağ ilçesinde Suriyeli sığınmacılara karşı pogroma dönüşmeye ramak kalan saldırılar bir çırpıda akla gelenler. Ülkede belirli suçlara ve gruplara uygulanan cezasızlık, faillerin kamu otoritesi ve gücünden destek görmeleri bu yaşananların en önemli nedenleridir. Bu ayrımcılık ve nefret dili yaşamın her alanında kendisini göstermektedir.

Ülkenin içinde bulunduğu politik atmosfer; ‘dönemin ruhu’ hemen her dönem Türkiye akademik alanını da etkisi altına almıştır. Bu alanın önemli kısmı ne yazık ki özerk ve bağımsız tutum almamış, dönemin politik atmosferine göre hareket etmiştir. Üniversite yönetimleri siyasi iktidarın etkisinden bağımsız hareket etmemiş; özgürlük, eşitlik ve emekten yana taraf olan muhalif akademisyenlere karşı baskı, yıldırma politikaları uygulanmış ve akademik alanda ihraçlar yaşanmıştır. Türkiye üniversite ortamından ilk ihraçlar Ankara’da DTCF’den olmuştur. 2. Paylaşım sonrası 1948’de ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı duran dönemin muhalif akademisyenleri olan Behice Boran ve arkadaşları ihraç edilmişler. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından kurulan Milli Birlik Komitesi çıkardığı kanunla, 147 öğretim üyesini ihraç etmiştir. Yine ilk çırpıda aklıma gelen 1960’lardan itibaren İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya ve Baskın Oran gibi dönemin muhalif, özgürlüklerden ve emekten yana akademisyenleri ihraç edilmişlerdir. 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte 1981'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile üniversiteler akademik, kurumsal ve idari yönden yeniden bir yapılanma sürecine girmiştir. Kısmen de olsa var olan kurumsal ve idari bağımsızlık tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde 1402 sayılı kanunla akademik alandan ihraç yapılmış; 1948 yılında DTCF’den ihraç edilen Pertev Nail Boratav’ın oğlu Korkut Boratav hoca askeri dönem yasasıyla bu dönemde üniversiteden ihraç edilmiştir. 28 Şubat sürecinde ikna odaları gibi uygulamalar Türkiye üniversitelerinde dönemin politik atmosferine göre hareket eden akademi için utanç dönemlerinden biridir. 7 Haziran 2015 seçimi sonucunda ortaya çıkan halk iradesine karşı oluşturulan AKP-MHP iktidar bloğu ülkede temel hak özgürlükleri askıya alarak, ülkede bir anayasasızlaştırma süreci başlatılmış ve otoriter bir rejim inşa edilmiştir. Bu süreçte Türkiye üniversitelerinde akademik alanda en geniş ve kapsamlı ihraçlar 2016 yılında “Bu suça ortak olamayız” basın bildirisini yayımlayan ve imzacı olan Barış Akademisyenleri (BAK) ile gerçekleşmiştir. Tüm baskı ve ihraçlara rağmen biat etmeyen, direnen akademisyenler ve üniversite öğrencileri olmuş, olmaya devam edecektir. Kayyum rektör atamasına karşı “Boğaziçi Direnişi” 243 gündür devam etmektedir.

Covid-19 pandemisinin yaşandığı süreçte tıp ve sağlık eğitimini geliştirmek, toplum yararına sağlık politikalarının uygulaması için ayrı çaba göstermesi gereken tıp fakülteleri; ırkçılık, ayrımcılık söylem ve eylemlerinin artığı, nefret dilinin yaygın olarak kullanıldığı politik atmosferden azade kalmadıklarını gösterdiler. Ne mi yaptılar? 2017 yılında Dünya Tabipler Birliği ve TTB’nin önemli katkısıyla son hali verilen Cenevre Hekim Andını tıp fakülteleri mezuniyet törenlerinde genç hekim adaylarına okutmamaya çalıştılar. Hekimlik andı; evrensel niteliği olan, hekimle toplum arasında bir tür sözleşme niteliği taşımaktadır. Yine aynı uğraşı sürdüren hekimlerin ortak değerleri paylaşması amacına yönelik olarak bir tür “etik kod” işlevi görmektedir. Söz konusu metin, hasta ile hekim arsındaki ilişkinin temelini oluşturan güveni sağlama yanı sıra mesleğin sınırlarını belirleme yoluyla hekimin hastasıyla ilişkisinde temel bir dayanak oluşturmaktadır. Öncelikle zarar vermeme, yararlı olma, hastanın sırlarını saklama, ayrımcılık yapmama, insan yaşamının kutsallığına saygı, mesleki saygınlığın korunması, meslektaşlar arası bilgi paylaşımı ve dayanışma ilkelerini içermektedir. Hekimlik pratiği insan yaşamına en üst düzeyde saygı gösteren bir mesleki uygulama alandır. Ayrımsız olarak herkesin yaşam ve sağlık hakkını savunan doğal bir hak savunucusudur. Yaşam ve sağlık hakkı da diğer insan hakları gibi vazgeçilmez ve devredilmez temel haklar içerisinde yer almaktadır. Temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, anayasasızlaştırma uygulamalarıyla her gün karşılaştığımız bu antidemokratik ortamda tüm baskılara karşı biat etmeyen, direnen, iyi hekimlik değerlerinde ısrarcı olan, ayrımcılığa karşı duran ve mesleğe ilk adımı bu kararlıkla atan genç meslektaşlarımız ve onları yalnız bırakmayan hocalarına selam olsun.

“Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” Theodor Adorno