Bir yazının düşündürdükleri

Paylaş:

Dr. Ali Karakoç

ATO Genel Sekreteri

Dönemin ruhunu iyi özetleyen bir yazının düşündürdükleri; en son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim yazıdaki tespitlere kesinlikle katılıyorum. Fakat eleştiriler ve sorgulamada farklı bakış açılarımız var.

2 Aralık 2018 tarihinde Milliyet gazetesinde bir köşe yazarının sağlık hizmeti alma esnasında yaşadığı sıkıntılarını anlattığı bir yazıdan söz ediyorum. Öncellikle geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Yazarın kendi ifadesi ile beş yıldızlı otel konseptinde birkaç hastaneden (büyük bir ihtimal ile yeni açılan şehir hastanelerinden ya da özel hastanelerden söz ediyor) nitelikli sağlık hizmeti alamadığını, acil servislerin yoğunluğundan şikayetçi olduğunu, sağlık çalışanlarının eksikliği ve gittiği her hastanede hemen BT gibi görüntüleme teknikleri ile tanıya gidildiğini ifade ediyor. Sağlık hizmeti sunumu esnasında yapılabilecek hataların telafisinin mümkün olmayacağını vurguluyor. Ancak eleştiri oklarını yanlış yöne yöneltiyor.

Ne demek istediğimi izninizle açıklamaya çalışayım. Sağlıklı yaşamak herkesin hakkıdır. TTB, tabip odaları ve sendikalar yıllardır sağlık hizmet sunumunun kamusal bir hizmet olduğunu; kamusal hizmetlerin devletin asli görevi olduğunu ve bu hizmetlerin rahat ulaşılabilir, nitelikli, ücretinin merkezi bütçeden karşılandığı; yani ücretsiz ve herkese eşit olması gerektiğini söylemektedirler. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 1980’li yıllardan sonra uygulanmaya başlanan neoliberal politikalarla her şeyi piyasada satın alınabilir hale getirdiler. Yani üzerinde kazanç sağlanacak alan haline dönüştürdüler. Bu politikalar çerçevesinde IMF ve dünya bankasının uygulaması olan ve 2003 yılından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan sağlıkta dönüşüm programı ile sağlık hizmeti sunumu da piyasalaştırılarak üzerinden kazanç sağlanmaya başlandı.

Özel sağlık kuruluşlarının açılması ve halkın ortak malı olan devlet hastanelerinde katkı katılım payı adı altında halktan ilave ücretler alınmasıyla kamunun sorumluluğunda olması gereken bu hizmet için cepten daha çok para ödemeye başlandı.

Akademik ve fiziksel alt yapısı hazırlanmadan kadrolaşma için mantar gibi çoğalan, neredeyse her ilçeye! tıp fakültesi açıldı. Sadece bir binadan ibaret özel hastane ve vakıf hastaneleri tıp fakültelerine dönüştürdüler. Böylece tıp eğitimi niteliğini yitirdi. Nitelikli sağlık hizmeti sunumu için gerekli olan; hekimin bilgi birikimini ve becerisini hastaya yeterli süre ayırarak, hikaye alma ve temel 4 muayene (inspeksiyon, palpasyon, oskültasyon ve perküsyon ) yöntemi ile değil, kışkırtılmış talep karşısında sadece BT ve MR vb laboratuar tetkikleri ile tanıya ulaşmaya çalışılan bir sağlık ortamı yarattılar. Nitelik değil niceliği önemseyen sağlık politikaları uygulanmaya koydular.

Nasıl mı? Sınır konulmadan, gelen her hasta (müşteri!) görülecek ve hastanın yüzüne değil bilgisayara bakılarak tetkik istenecek. Yanında yardımcı çalışanı olmayan doktor, hastaya değil bilgisayara zaman ayırarak yardımcı tanı araçlarından faydalanacak. Görüntüleme ve laboratuar tetkiki istenecek.

Tüm bunlar şunun için yapıldı; görüntüleme ve laboratuar hizmetleri hizmet satın alma adıyla özelleştirildi. Tüketilecek kitler karşılığında cihazlar hastanelere hibe edildi. Tüm bunlar yapılırken asıl gaye halkın sağlığı ve sağlık hakkı değildi, sağlık hizmeti ücretli hale getirilerek üzerinden kar sağlanan hizmet şekline dönüştürüldü.

Devasa ölü boş alanların olduğu, beş yıldızlı otel konseptinde binalar (hastaneler) yapıldı. İnşaat önemliydi; kar ve rant sağlıyordu. Ülkemizde OECD ortalamasının çok üstünde BT ve MR cihazları bulunmaktadır. Bu cihazlar boş durmamalı, çekim yapmalı çünkü hizmet satın alınıyor. Yani ülke tıbbi teknoloji çöplüğüne dönüştürüldü.

SDP ile hekim niteliğine göre değil niceliğine göre (parça başı kazanç); performansa dayalı ücret rejimine tabi tutuldu. Katkı katılım payı adı altında halktan alınan ücretler nedeniyle de hastalar acil servislere yöneldiler. Bir yılda toplam nüfusundan daha fazla hastanın acil servislere başvurduğu ülke haline geldik.

Sonuç olarak sağlık alanındaki meslek ve emek örgütleri olarak; toplumun sağlık hakkını, iyi hekimlik değerlerini ve koruyucu sağlık hizmetlerini öncelediğimizi her zaman her platformda söyledik ve söylemeye de devam edeceğiz.

Şimdi köşe yazısında sözü edilen zehir olacak yılana gelelim. O yılan sağlık tanrısı Asklepios ve tanrıça Hijyenin yılanı değil; tek amacı kar ve sermaye birikimi olan sistemin yılanıdır. Hepimizi birlikte sokuyor. Yani özcesi diyorum ki; sağlık politikalarını yapanlar ne halkın sağlığını ne de sağlık çalışanlarının haklarını umursuyorlar. Aslında hasta ve sağlık çalışanı aynı taraftayız. Eleştiri oklarımızı birlikte doğru tarafa yönlendirmek umudu ile sağlıkla kalın.