Bulaşıcı Olmayan Hastalık Manifestosuna Meydan Okuyan Salgın: Covid 19

Paylaş:

Dr.Mehmet Zencir


Covid-19 pandemisi çok boyutlu bir sağlık krizi olarak gündemimize yerleşti. Dahası bu sağlık krizi zaten devam eden kapitalizmin krizi, ekolojik kriz, siyasal kriz, toplumsal kriz ve patriyarkal krizin bir parçası. Özünde bir uygarlık krizi ile karşı karşıyayız. Pandeminin ortaya çıkması ve kontrol altına alınmasında bu çok boyutlu krize dair yaklaşımlarımız belirleyici oluyor.
İnsanlığın doğa üzerine kurduğu tahakküm kapitalizmin öncesinde devreye girmiş, kapitalizm ile birlikte derinleşmiş, neoliberal kapitalist dönemde ise doğanın doğrudan sermayeleşmesi gündemi işgal etmiştir. Ülkemizde madenler, taşocakları, enerji santralleri (HES, JES, GES,RES, BES vb), kentsel dönüşüm (dev binalar ve betonlaşma), baraj ve yol inşaatları,ormanların yok edilmesi, turizm vb. alanlarda doğa üzerine tahakküm zirve yapmış durumda.Bu listeye endüstriyel hayvancılık, pestisit-hormon-kimyasallar-GDO ile işgal edilmişendüstriyel gıda üretimini de eklemeliyiz. (Domuz gribinde endüstriyel hayvancılığın rolü çok kapsamlı olarak ortaya konmuştu. Tek tipleştirilmiş barınma, beslenme, atık, ilaç ve yem kullanımı olan on binlerce domuz, tavuk vb. virüs mutasyonu olarak karşımıza çıkmıştı. Mülksüzleştirilen ve işçileştirilen küçük üretici köylü ile birlikte.) Hayvanların normal ömürlerine müdahale edilerek yaşamlarına erken son verilmesi ile karşımıza çıkan doğal seçilim üzerine olumsuz etkiyi de not edelim. Doğal yaşam alanlarının ve yabanıl hayatın işgal edilmesi ile doğa üzerine kurulan tahakkümün sınırsız genişleme gösterdiğini de listeye eklemeliyiz. Covid-19 pandemisini tetikleyenler arasında iddia edilen hayvan pazarında doğada bir arada olmayan vahşi egzotik hayvanların satışı ve haz amaçlı tüketimi dilegetiriliyor.
Ekolojik kriz bağlamında iki konunun daha bu listeye eklenmesi gerekir: Endüstriyalizm ve tüketim toplumu. Endüstriyalizmden kasıt sanayileşme ile başlayan bilimsel ve teknolojik devrimin olanaklarının tamamen sermaye lehine kullanılması ile doğanın sınırısız hammadde kaynağı ve sınırısız bir atık deposu olarak kullanılmasıdır. Bilimsel ve teknolojik devrimin değişim değeri amaçlı üretim ile buluşması, üretimde hızlanma ve aşırı üretim ile kendini göstermiştir. Üretilen her şeyin değerlenmesi için satın alınması gerekiyor, bu metanın ölüm parendesi olarak tanımlanıyor. Böylelikle daha hızlı ve daha fazla üretimin bizlerle buluşması gerekiyor. Tüketimin gündelik yaşamımızın her alanına sirayet ettiğinin farkındayız. Tüketimtoplumu atık toplumu olarak karşımıza çıkmıştır. Dünya başta sera gazı emisyonları olmak üzere bir atık deposu haline gelmiştir.
Yazının akışı pandemiden uzaklaşıyor gibi görünse de aslında hedef bunların tam dapandeminin merkezinde olduğunu vurgulamaktır. Kapitalistleşen tıp ve sağlık hizmetleri için manifesto olarak DSÖ ve diğer sağlık otoritelerince uzun bir süredir bulaşıcı olmayan hastalıklardaki artış gündeme yerleştiriliştir. Bulaşıcı hastalıklar, kadın sağlığı, çocuk sağlığı,beslenme sorunları, iş kazaları ve meslek hastalıkları vb. tıbbi durumlar demografik dönüşüm öncesi, politik dille söylersek erken kapitalizm dönemi hastalıkları olarak ele alınıyor. Bunların üstesinden gelindiği, bulaşıcı olmayan hastalıkların sağlıkta ana gündem olduğu DSÖ tarafından dayatılıyor, neoliberal sağlık reformları da bu yeni sorunlara merhem olarak sunuluyor. DSÖ, kapitalizm bu sorunları aştı, yeni sorunlar yeni reformları önümüze koydu diye dayatıyor.
Bizler de sağlıkta dönüşüm tartışmalarında bu iddianın üzerine giderek tartışadurduk. Yukarıda tanımlanmaya çalışan ekolojik kriz ile bulaşıcı olmayan hastalıklar, özellikle kalp ve damar hastalıkları, kanserler, solunum sistemi hastalıkları, nörolojik hastalıklar ve psikolojik sorunları merkeze almış olduk. Küresel hastalık yükü ve Türkiye’nin hastalık yükünde bulaşıcı olmayan hastalıkların ön sıralarında olması bu daralmayı daha da pekiştirdi. Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında şehir hastaneleri gerçeğini tartışırken bulaşıcı olmayan hastalık manifestosuna yanıt telaşı ile koruyucu hizmetleri de bu hastalıkların kontrolü çerçevesinde ele almıştık. Sadece ülkemizde toplumsal sağlık gereksinimin farklı olduğunu, bölgeler arası ve aynı ilde yerleşim yerleri arasında sınıfsal, etnik ve toplumsal cinsiyet açısından farklıklar olacağından bahsetmiştik. Bu farklılıklara bağlı yaşanan ayrımcılık ve eşitsizliklerin daha da derinleşeceğini dile getirmeye çalışmıştık. Bulaşıcı hastalıklar, kadın sağlığı, çocuk sağlığı, malnutrisyon gibi sağlık sorunlarının ülkemizde üstesinden gelindiği, ötekilerle sınırlı kaldığı ön kabulü ile... Bu toplumsal sağlık mücadelesi verenlerin özeleştirisi olsun.
Oysa istatistikler küresel düzeyde AIDS, Sıtma, Tüberküloz, ASYE ve ishale yol açan bulaşıcı hastalıkların boyutunun oldukça yüksek olduğunu ortaya koyuyordu. Yeni ortaya çıkan ve yeniden hortlayan enfeksiyonların da bu listeye eklenen güncel sorunlar olduğu belirtiliyordu. Dahası zoonotik hastalıkların ve gıda ile bulaşan hastalıkların artış tehdidi de gündemdeydi. Sıralanan bu bulaşıcı hastalıkların kolonyalist doğasının bu ikincileştirmede rolü büyük. Güney kürenin, sömürge ülke ve bölgelerin hastalıkları olması gerçeği. Güncel örnek Ebola salgını daha bu yılın başında kontrol altına alınabilmişti. Ne yazık ki Ebola dünyanın gündemi olamamıştı, tabi bizlerin de… Görünen o ki ayrımcılığın ve eşitsizliğin derin olduğu ülkemizde ve dünya çapında bulaşıcı hastalıklar aşılmamış, hatta neoliberal kapitalist dönemde daha da katmerleşmiş sorun öbeği olarak karşımızı çıkıyor. Sömürgeleştirilen ülkelerin ve coğrafyaların yol açtığı ekolojik tahribat küresel bulaşıcı hastalıklar olarak gündemimizden hiç düşmeyecek. Covid-19’da olduğu gibi, salgınlar çağı bizleri bekliyor.
Ana kilitlenip salgın kontrolü ile yatıp kalktığımız bu günlerde arkası gelecek salgınlar gerçeği ile konuyu tıbbileştirmeden ele alma zorunluluğumuz var. Dahası çıkacak salgınlar konusunda kapitalistleşen tıbbın ve sağlık hizmetlerinin sorunları da işimizi zorlaştıracak. Sağlık alanının sermayeleşmesi ile doğa üzerine kurulan tahakkümün ardındaki saiklerin aynı olduğu gerçeğini yakaladığımızda daha da berraklaşan bir mücadele hattı oluşturacağız.