Cehalet ve Özgüven

Paylaş:

Dr. Emel Bayrak

ATO Yönetim Kurulu Üyesi

 

‘’Bilim, ülke sınırlarını tanımaz, çünkü bilgi insanlığa aittir.’’

                                                                                              Louis Pasteur             

Hekim Postası’nı ayda bir çıkarmaya çalışıyoruz ve bir sonraki sayı için genellikle yazmak istediğim belli bir konu oluyor aklımda. Ancak tüm şu olan biten, içine düştüğüm umutsuzluk  beni herhangi bir şey  yazmaktan alıkoyuyor bazen. Bizden sonra gelecek meslektaşlarımıza, bilimi tek gerçek yol gösterici olarak alıp daha ileriye taşıyabilecekleri bir hekimlik mesleği ve çocuklarımıza tekrar yaşanabilir bir dünya devredemeyeceğimiz düşüncesi,  ileriye dönük  her adımımızda geriye doğru sürükleniyor oluşumuz kapıldığım umutsuzluğun kaynağı. ‘Bunca şey neden yazılıp çiziliyor ki ?’, sorusunu düşünürken buluyorum kendimi sık sık. Aslına bakarsanız yazılacak her şey yüzyıllardır, bin yıllardır yazılmış. İnsan çabuk öğrenebilen bir canlı da insanlık mı yavaş, yoksa insan aklı, unutmakla malul olduğundan mı tüm bu yaşadıklarımız ?

Yazmak ve unutmak deyince;

M.Ö 2500 yılında Sümerli şair ve öğretmen Ludingira’nın yazdığıdır;

“Ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum. Bir gün birdenbire aklıma geldi. Ben bir yazar olduğuma göre, ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek Sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşamöykümü yazmaya karar verdim. Böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum”

“Bizim uygarlığımız belki binlerce yıl sonra yaşayan insanlara da geçecek. Bizim attığımız temeller üzerine yenilerini koyacaklardır. Ah! Onlar da bizi hatırlayıp bıraktığımız kültür mirası için teşekkür edebilseler.” *

Yazmak ve umutsuzluk konusunda, yalnızca yazıyı bulmaları değil aklıma Sümerlileri getiren. Geçtiğimiz günlerde Ege’de meydana gelen depremlerin ardından, özellikle sosyal medyada kendine yer bulan, depremin neden olduğuna dair yazılıp çizilen saçmalıklara Sümerlilerin M.Ö 3500-M.Ö 2000 yılları arasında bilimsel olarak açıklama getirmeye çalışmış olmaları. Ne yazık ki bu furyaya katılan bir hekim arkadaşım da olmuştu, ne yazık ki…

Bilim deyince;

Bildiğiniz üzere Tıp Fakültesi de bulunan ve GATA’yı da bünyesine alan bir Sağlık Bilimleri Üniverstesi kuruldu. Ankara ve İstanbul’da iki kampüste eğitime başlandı ve Türkiye’de toplamda 58 Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile afiliasyon protokolü imzalandı. Sağlık Bilimleri Üniverstesi’nde eğitim faaliyetlerinin İstanbul Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin tarihi külliyesinde ve Ankara Gülhane Külliyesi’nde sürdürdüğünü okuyoruz yapılan açıklamalardan. Günlük hayatta kullanılan dilin, seçilen kelimelerin, her alanda yaratılmaya çalışılan ideolojik ortamın inşâsı için nasıl seçilerek kullanıldığını, kulaklarımıza nasıl aşina hale getirilmeye çalışıldığını görüyoruz bu tanımlarda. Tabi işin bir de ironik kısmı var ki o da SBÜ’nün Türkiye’deki  ilk modern tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin devamı niteliğinde kurulduğunun altının çizilmesi; geçmiş ile geleceğe, gelenekçi ancak yenilikçi anlayışıyla yola çıkmış bir üniversite olduğu.  Yani şimdi burda moderniteye bir övgü mü var emin olamıyor insan. Külliye kavramını çok sık duyar olduk, tam olarak ne olduğuna baktım, Türk Dil Kurumu’nun internet sayfasından : ‘’Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane vb. yapıların bütünü.’’ Bir de şöyle benzer bir tanım var Wikipedia’da: ‘’Külliye, cami ile birlikte medrese, imaret, türbe, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, çarşı, okul, hastane, tekke, zaviye binalarından oluşan yapılar topluluğu.’’

Gelenekçi ama ‘’yenilikçi ‘’?

Gelenekçi tıp illaki para getiren bir sağlık sektörü haline getirildiğinden bu yana pek çok merkezde kontrolsüz, denetimsiz bir takım uygulamalar yapılmakta. Tabi bu merkezlerin reklamları ulaklarla ulaştırılmıyor halka, ya da güvercin ayaklarına bağlanan mesajlarla değil, internet ve sosyal medya kullanılıyor alabildiğince. Cep telefonlarına mesajlar gidiyor anında. Bizi en çok tüketen, geleceğe, aydınlık günlere dönük umudumuzu törpüleyense bu sitelerden birinde, kendi içimizden biri, Kadın Doğum Uzmanı bir hekim arkadaşımız yazdığı yazıya  “Çocuklarınızı Aşıdan Uzak Tutun ‘’ diye başlık atabiliyor oluşu .Aşının tarihi milattan öncelere dayanıyor biliyorsunuz, tek başına aşı konusu bile bilimsel tıbbın, insanlık tarihindeki bunca salgına rağmen insanlığı nasıl yüzyıllardır sağlıklı nesillere aktardığını kanıtlamıyor mu sizce ? Yapmayın ne olur. Ya, ‘Temmuz Ayı Hicri Hacamat Günleri’ reklamında panolarda kendinden emin bir şekilde poz veren hekim arkadaşım, ya siz. Mezun olduğunuz üniversitede okudum ben de, hangi hastalığa bilimsel olarak çare aradınız, bulamadınız da hacamatla tedavi ettiniz hastalarınızı? Tüm bilim dünyasıyla paylaşmaz mısınız?  Pasteur’ün tüm bu gerileşme çabalarını bir çırpıda boşa çıkaran sözü:  ‘’Bilim, ülke sınırlarını tanımaz, çünkü bilgi insanlığa aittir.’’ Biz neden bunları konuşuyor ve bunları yazıyoruz hâlâ.

Ayrıca bir hekimin  hasta üzerindeki mesleki etkisini, tıbbi amaçlar dışında kullanması suçtur. Bu suça ortak olmayalım.

Tüm bunları yazarken psikolojide bir saptama, bir sendrom geldi aklıma, Dunning-Kruger etkisi ya da Dunning-Kruger sendromu.  Şöyle tanımlanıyor;  ‘’yanlış sonuçlara veya talihsiz seçimlere varanlar, sonuçların yanlışlığını veya seçimlerinin talihsizliğini anlayabilecek yetkinlikte de olmayabilirler’’. Bu durumun dayandığı varsayımlarsa şöyle:

1.Yetkin olmayan insanlar becerilerine aşırı değer biçme eğilimindedirler.

2.Yetkin olmayan insanlar diğer insanlardaki gerçek beceriyi fark edememektedirler.

3.Yetkin olmayan insanlar kendilerindeki yetersizliğin boyutunu görememektedirler.

4.Eğer bu yetkin olmayan insanlar becerilerini geliştirmek üzere eğitilirlerse, geçmişteki eksikliklerini fark edip kabul etmektedirler.

“Cehalet, genellikle bilgi sahibi olmaktan daha çok özgüvene sebep olur” diyen Charles Darwin’i hatırlayarak yazımı sonlandırmaya çalışırken geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haberi paylaşayım sizinle. ‘’By-pass ameliyatlarında koldan alınan damarın kullanılmasının, cerrahiye bağlı komplikasyonların engellenmesiyle birlikte daha yüz güldürücü sonuçlar doğuracağını, evrimsel argümanlarla açıklayan doktorun makalesi, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden red yanıtı aldı. Gerekçe:  ‘Evrim teorisi ve evrimsel argüman çok fazla kullanılmış, sıkıntı yaşarız!’.  ‘’ Heyecan verici bir buluş. Bu makaleyi reddeden kuruldan bir bilim insanının bir gün by-pass olması gerekirse aklına bu makale gelir de alır bir kez daha okur mu dersiniz gizli gizli?

İnsanlığın, bin yıllardır, bilimsel gerçeklerin uzun süre gizlenemeyeceğini, reddedilemeyeceğini ve baskı altına alınamayacağını öğrenmiş olması gerekiyordu oysa…

 * Ludingarra adında Sümerli bir öğretmenin yazdığı, Muazzez İlmiye Çığ’ın tabletlerden çevirerek  günümüze kazandırdığı anı kitaptan, ‘Sümerli Ludingarra’.