Covid-19 İle Mücadele mi? Kapatma mı?

Paylaş:

ATO’dan

Küresel çapta süren Covid-19  pandemisi kontrol altına alın(a)mıyor. Son kırk elli yıldır dünyanın büyük çoğunluğunda uygulanan sağlık politikaları sonucunda sağlık hakkı ve sağlık hizmetlerine erişim hak olmaktan çıkarıldı. Yerel ve merkezi yönetimler tarafından kamusal olarak sunulan sağlık hizmeti, piyasaya açılarak kar ve birikim alanına dönüştürüldü. 2003 yılından itibaren AKP iktidarı tarafından IMF ve Dünya Bankası’nın programı olan sağlık reformu ülkemizde ‘’Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile uygulamaya konuldu. Sağlık hizmetleri özelleştirildi, kamu özel ortaklığı ile sağlık kuruluşları sermaye yönetimine devredildi. Bu politikaların uygulandığı başta ABD, AB gibi ülkeler olmak üzere ülkemizde de koruyucu sağlık hizmetleri yok edildi, sağlık hizmeti tedavi ve bakım hizmetlerine sıkıştırılarak kar ve rant elde edilmektedir.

Tüm bunların sonucunda; Covid-19 sürecinin ilk başlarında AB ülkelerinde enfekte bireylerin görüntülerinin etik dışı olarak kamuoyuna sunulan hali ve bugünlerde ise sağcı, popülist otoriter iktidarlar tarafından yönetilen başta Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde olmak üzere salgın tam bir kırıma dönüşmüş durumda. Salgınla mücadelenin temel yöntemi olan koruyucu sağlık hizmetlerinin yok edildiği ülkelerde önlenmesi mümkün olan ölümler önlenememekte; yoksul, yaşlı, kronik hastalıklı, göçmen sığınmacı ve emekçilerin ölümü sosyal cinayete dönüştürülmüş durumdadır.

Salgın Türkiye'de de ilk günden itibaren yönetil(e)miyor. Aslında her alanda devam eden yönetememe krizi sağlık alanında da devam ediyor. Tüm uyarılarımıza rağmen salgının yayılma hızı gösterdiği, toplumsal hareketliliğin yoğun olduğu; mahalle, sokak, mal ve hizmet üretim alanlarında etkili filyasyon çalışması, tanı ve tarama testleri yapılmıyor. Salgın yataklı tedavi kurumlarında karşılanmaya devam ediliyor. Bunun sonucunda da rutin ve acil sağlık hizmetlerinin verilemediği, Covid-19 tanısı alan hastalara sağlık hizmeti vermekte yetersiz kalındığı, ülkenin sağlık altyapısının yetersiz kaldığı dönemlerde yine ve yeniden ‘’kapanma/kapatılma’’ yöntemleri uygulanıyor.

29 Nisan tarihinde Cumhurbaşkanlığı kabinesi tarafından alınan karar sonrasında İçişleri Bakanlığı genelgesiyle uygulamaya konulan ‘’kapanma/kapatılma’’nın amacını Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘’Vaka sayılarımızı süratle 5 binin altına indirmeliyiz. Aksi takdirde, turizmden ticarete ve eğitime kadar her alanda ağır bir faturayla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmaz’’ sözleriyle kamuoyuna duyurmuştur. Bu sözleriyle; 5 milyon 50 binin üstünde enfekte olan insan ve 43 bin 589  kişinin ölümünün kıymeti harbiyesinin olmadığını, işsiz kalan milyonlar, derin yoksulluk yaşayan on binler ve hayata tutunabilmek için zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ya da intihar eden küçük esnaf ve diğer yurttaşların önemi olmadığını açıkça ifade ederek gerçek niyetini gözler önüne sermiştir.

Evet, ‘’kapanma/kapatılma’’ amacını net olarak açıklayanlar gereğini de yaptılar; DİSK-AR’ın çalışmasında belirttiği gibi emekçilerin  yüzde 17’si dışındaki tüm emekçiler haftanın en az 5 günü, genellikle 6 günü üretim alanlarına kapatılmıştı. Bu emekçiler 1 Mayıs Dünya Emek, Dayanışma ve Mücadele gününde kamusal alanda ‘’bayramlarını“ kutlamak istediklerinde bu alanlar kendilerine kapatılmıştı. Diğer yandan ‘’kapanma/kapatılma’’ döneminde toplumun diğer kesiminin hak ve özgürlükleri kısıtlandı, açlığa ve yoksulluğa mahkum edildiler. Sosyal, ekonomik ve psikolojik durumları göz ardı edildi. Kapanma/kapatılma toplum üzerinde bir baskı ve kontrol aracı olarak kullanılmaktadır.

Bir meslek örgütü olarak öncelik risk gruplarına verilmek üzere herkese ayrımsız eşit, ücretsiz, etkili ve güvenilir aşı talebimizi uzun süredir kamuoyuna duyurmaya çalışıyor ve her fırsata talepte bulunuyoruz. Ancak kamuoyuna duyurma konusunda çok başarılı olduğumuz söylenemez. Malum ya; ulusal basının yüzde 90’dan fazlası, toplum sağlığını savunan ve uygulanmakta olan sağlık politikalarına eleştirel bakan sağlık meslek ve emek örgütlerini görmemezlikten ve duymazlıktan gelmektedir. Neyse ki  Cumhurbaşkanlığı kabinesi üyesi Dışişleri Bakanının basında yer alan ifadeleri imdadımıza yetişti! Yurtdışından gelen her yabancı misafirin temas etme olasılığı olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını  aşılayacaklarını  söyleyerek ne kadar da misafirperver olduklarını itiraf etti, alın size yaygın aşılama! Risk gruplarının önceliği mi? Kimin umurunda. Yukarıda ifade ettiğim gibi çoook misafirperver olduklarını açıklamışlardı!

Neyse kinayeyi bir tarafa bırakmakta fayda var.

Siyasi otorite anti demokratik, katılımcı olmayan ve insan hayatı ve yaşamını görmezden gelen tutumuyla salgını bastırmak için daha önce de uyguladığı (Nisan-Mayıs 2020) bir yöntemi tekrar uygulamaya soktu. Sanırım farklı bir sonuç bekliyorlar. Bu uygulama kısa süreliğine etkili olacaktır. Ancak, akıldan ve bilimsel bilgiden uzak, toplum katılımını ve toplumsal yararı gözetmeyen bu uygulamalar sonucunda sağlık emekçilerinin salgınla daha uzun süre mücadele edecekleri ve bedel ödemeye devam edecekleri anlaşılmaktadır.

Çuvaldızın ucunu biraz da kendimize batıralım. Maalesef son dönemlerde salgın kontrolünde kapanma söylemleri sağlık meslek örgütü yönetici ve aktivistleri tarafından da çokça dillendirildi. Şeyleri isimleriyle söylemeyi çok başaramadık. Gayemiz toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan kesimlerin;  emekçilerin, yoksulların sosyo-ekonomik destek alarak zorunlu olmayan alanlardaki mal ve hizmetlerin durdurulması olsa da yüksek sesle ‘’ÇARKLARI DURDURUN’’ demedik.

Bu yüzden de siyasi iktidarın “kapanma/kapatılma” uygulamasına toplumsal rıza üretimine destek sağladığımızı düşünüyoruz.

Sonuç itibariyle etkin filyasyon, yaygın test, uygun ortam ve koşullarda karantina ve izolasyon uygulanması, çalışma alanlarının uygun fiziksel mesafeye göre ayarlanması ve havalandırılması, herkese ücretsiz maske ile ancak korunma sağlanabileceğini siyasi otoriteye hatırlatmaya devam edeceğiz. Yaygın ve hızlı aşılama önünde çok önemli bir engel olan fikri mülkiyet hakkı, ‘’patent’’ yasasının derhal kaldırılması gereğini bir önceki sayımızda olduğu gibi tekrar vurguluyor, Covid-19 pandemisiyle başarılı mücadelenin ancak küresel çaptaki ortaklaşma ile mümkün olduğunu, etkili, güvenli aşılarla yerel ve küresel çapta hızlı aşılama yapılmasıyla insanlığın güvende olacağını belirtiyoruz.

Covid-19 pandemisi,  küresel çapta yaygın olarak uygulanan sosyoekonomik formasyonun neden olduğu bölgesel ve sınıfsal eşitsizlikleri ve ayrımcılığı tüm çıplaklığı ile göz önüne serdi. Yıllardır emekçilerin,  ötekilerin, ezilmişlerin ve dışlanmışların yüksek sesle haykırdığı sözümüzü yine Covid-19  salgını bizlere hatırlattı ‘’Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz’’.