Dilimize öküz mü oturdu?

Paylaş:

Dr. Onur Naci Karahancı

ATO Yönetim Kurulu Üyesi

 

Ne diyeyim ki sana,
Varlığın sırları saklı senden, benden,

Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben,
Bizimki perde arkasında dedikodu,
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın ne ben.

Ömer Hayyam..

 

Ankara Dayanışma Akademisi 8 Ocak’ta açıldı: Dayanışma her zamanki gibi iyi geldi. İşte orada bir akademisyen bizim oralarda “diline öküz mü oturdu” diye bir söz vardır dedi: ‘Dilini mi yuttun’, ‘Kuş mu yedi dilini’, “Dut yemiş bülbül olmak” sözleri yerine…  Sizin gibi beni de bu deyim bir garip güldürdü, sonra düşündürdü… Bu deyimin ana fikrini ararken, en iyisi kendime beş cümlede kullanma ödevi vereyim dedim…

Maaşlar gerilerken, kamunun -yani benim- dediğimiz her şey özelleşirken, devlet hastanelerinde bile ‘otel’cilik ücreti öderken, kürkümüz kadar yerken; dilimize öküz mü oturmuştu ki sustuk? Dut mu yedik de sesimiz çıkmaz oldu?

Sağlık, özellerin tekeline geçerken, acillere başvurular dünyada olağanüstü durumlarda kabul edilen oranlardayken, sıra bulamamak, sosyal güvencesi olmamaktan tek çare aciller görülmeye başlamışken; eğitimde her uluslararası değerlendirmede sonunculuk kimselere bırakılmazken, laik olmanın artık suç sayılması önerilirken öküz mü oturmuştu dilimize? Savaş, ölümler kutsanırken; çocukların ölümlerine isyan edip barış diyen hocalarımız hedef olurken, hangi kuş yemişti dilimizi de, biz susmuştuk?

Demokrasi mücadelesi veriyoruz diye güzel güzel konuşup kendimizi oyalarken; sokağa çıkamaz, çok temel gördüğümüz şeyleri bile söyleyemezken, öküz mü oturmuştu dilimize? Hele dilini yutanlara en iyi cevabı vereceğimizi iddia eden bizlerken..

Hastanelerimizde, üniversitelerimizde, sendikamızda, emek ve demokrasi örgütlerimizde omuz omuza verdiğimiz dostlarımız, hocalarımız, iş arkadaşlarımız, birer birer gerekçesiz, ve hukuksuzca işsiz kalırken; işi için yollara düşüp gaz, cop yiyip, gözaltına alınırken; akademisyenlerimizin odaları mühürlenirken, akademik özgürlükler hayal olurken öküz mü oturmuştu dilimize ki en azından ağız dolusu bir küfür bile edemedik? Onca muhalif gazete, dergi, televizyon kapatılırken; onlarca gazeteci tutuklanırken, tehdit edilirken…

Şimdi sıra demokrasinin, özgürlüklerin, iş güvencesinin, en önemlisi ufacık kalan barış umutlarının ruhuna lokma dağıtılmasına geldi. O lokmayı yemek ağzımızı tatlandırmayacak bilesiniz… Dilimize oturan öküz öylece dururken, ne yediğimizden ne söylediğimizden bir şey anlayacağız. Benden söylemesi sonra dilimize oturan öküz, kalkar tam böğrümüze oturur. Lök diye oturduğumuz yerde öylece kalırız…

Zannetmeyin ki susanlara iş güvencesi verecekler, maaşlarına zam yapacaklar, ölmeden emekli olma hakkı tanıyacaklar, barış ve özgürlük susanların olacak. Susunca geçer falan da sanmayın? Unutmayalım yeterli görülen susmamız değil, sorgulamadan itaat ve destek. Ha bir de kendine göre korunaklı gördüğü yerlerde tepki göstermeyi, göz boyamak için kendini boyayanların da boyası çetin havalarda çabuk dökülüyor, yazık olur emeklerine aman..

 

N’olcak ‘bunlara da kabul’ deyip kurtuluruz demeyin? Bir gün nefesimizi kesip bizi gece gece uyandıran vicdanla baş etsek bile: Karşımıza dikilip, soran gözlerle, bu ne hal diyen çocuklara, vay efendim şu kötü adam yaptı, vay efendim şu kötü kadın var ya, her şey onun başının altından çıktı falan demeyelim. Valla inanmazlar, onlar çocuk! İnanmazlar!..

Yarın bir gün bu çocuklar demezler mi: “Hiçbir şey yapamadın, bari bir ‘Hayır’ da mı diyemedin?”

“Ne daha önce ne de daha sonra, insanlar eylemde bulundukları sürece özgürdürler”                  

  Hannah Arendt