Genç Tıbbiyeliler ve Sonarşi
Dr. Vedat Bulut
ATO Yönetim Kurulu Başkanı
Haziran ayında Ankara ilimizde 1300 yeni mezunumuzu daha mezun ettik. Fakültelerin şölen havasında kutladıkları mezuniyet törenlerinde gözleri ışıldayan yeni meslektaşlarımıza kavuştuk. Açılan pankartlardaki ve taşınan dövizlerdeki orantısız zeka ürünü söylemleri bizlere yüklüce umut verdi. Sınıf birincilerinin yaptıkları mezuniyet kürsüsü konuşmaları önemli anlamlar içermekteydi ve bizler için bir ders niteliğindeydi. Kara mizahla süslenmiş her satırlarında intörn doktorluğun ve tıp eğitiminin ağır bir eleştirisini yaptılar, çarpık sistemi hiciv eylediler.
Hastaları sedyelerle taşımaları, laboratuarlara kan tüpleri taşımaları, gereksiz evrak işlerine boğulmaları, eğitimde yeterli ilgiyi görmedikleri ve daha nice nice sorunlarını gözler önüne serdiler. Bu söylemleri alkışlayan öğretim üyeleri de vardı, vefasızlıklarına öfkelenenler de.
Törenlerde en büyük tebriği hak edenler onlardı, genç tıbbiyelilerdi. En uzun, en ağır olan eğitim ve öğretim kulvarından koşmuş ve ipi göğüslemişlerdi. Onları yetiştiren aileleri, anne ve babaları da en az onlar kadar övgüyü hak edenlerdi. Yetişmelerinde büyük emekleri olan ve akademide idealizmleri için kalan seçkin öğretim üyeleri de alkışlamaya değerdi.
Dünün öğrencisi ve bugünün meslektaşı olan genç tıbbiyelilere yıllarca hastalıkların patojenetik mekanizmaları anlatıldı. Aslında onların bugün eleştirdikleri sorunlarının kaynağını ve sistematik sorunu atlamışlardı. Daha doğrusu onu bilseler bile kürsülerden söylemek üstün cesaret işiydi. Tuzu kuru cici beyler, yaşlı öğretim üyelerine düşerdi bunları söylemek. Ben de bu yazıda o sistematik hastalığı yazacağım.
Hastalığın adı net bir şekilde KAPİTALİZM. Hastalığın alevlendiği gün bir 24 Ocak günüydü. 12 Eylül askeri darbesi henüz merhaba dememişti netekim. O zamanlarda sıkça söylenen, tabu haline getirilen bir kelime vardı, istikrar. Bu istikrar emekçilerin, alın teriyle kazananların istikrarı değildi. Sermayedarların, iş adamlarının istikrarlı bir şekilde zenginliklerini sürdürmeleri için, fakirin daha fakir, zenginin daha zengin olması için uydurulmuş bir masaldı. Devlet küçültülecek, KİT’ler aşamalı olarak yok edilecek, kamu kaynakları zenginlerin yağmasına ve talanına bırakılacaktı. Ve elbette bu kararları uygulamak için göreceli demokrasi uygun değildi. Bizim çocuklar yönetime el koydu ve 12 Eylül emekçilerin, sendikaların sırtına demir bir yumruk indirdi. Zaten 24 Ocak’ın mimarı olan esas oğlana görevi gereği yönetim devredildi.
Geçmişte siyasilerin arpalık haline getirerek zarar ettirdiği KİT’ler özelleştirme furyasıyla yandaşlara yağmalatıldı. Servet transferleriyle yeni bir zengin sınıf kotarıldı. Çalınan servet kamudan ve emekçinin cebindendi. 657 sayılı yasa o zamanlar da pek sevilmezdi kapitalizmin kuklaları tarafından. Emekli olan memurların yerine sözleşmeli taşeron yapılar oluşturuldu. Hastaneler de bundan payını aldı. Binlerce hemşire, sağlık memuru, radyoloji teknikeri ve sağlık emekçileri asgari ücrete muhtaç, taşeron işçiler haline getirildiler. Binlerce tıbbi sekreter işsizken, bu eğitimi almamış olsalar bile torpilli olanlar hastanelerde sekreterlik sistemlerine geçtiler. Emekli olanların yerine yeterli ve aynı sayıda kadrolar Maliye Bakanlığı tarafından verilmedi. Yağmalanan KİT’lerin havuz dedikleri garabete aktarılan personelleri üleştirilip kadro sayıları kabarık gösterilse de, özelleştirme sözleşmeleri gereği gerekli işi gerektiği şekilde yapabilecek bir personel politikası oluşturulamadı. Zaten bu politikanın bir adı vardı. Sıkı personel politikası… Hastaneler için pek sıkıcıydı kesinlikle. Bu nedenle biz sıkıcı personel politikası olarak adlandırdık bu taşeron düzeni. Ortalama 1000 yataklı üniversite hastanesi için yıllık ortalama 24 milyon TL ek bir maliyet yarattı bu durum. Çünkü artık ödemeleri hastanelerin döner sermayesi üstlenmişti. Aslına bakarsak artan hastane ve yoğun bakım enfeksiyonlarının bile zemininde bu emek düşmanı taşeron düzeni yatmaktaydı. O zamanlar henüz sağlıkta dönüşümün birinci fazından söz edilmezdi, henüz o çocuklara sıra gelmemişti, rol verilmemişti. Borç batağına sürüklendi hastaneler. Yeterli ve nitelikli personel çalıştırmakta zorlanıldı. Sıkı personel politikasının bu çarpıklığı intörn doktorları da vurdu. Az sayıdaki, yetersiz personelin görevleri intörn doktorlara ve bir miktar da uzmanlık öğrencilerine yıkılıverdi. Tıpkı kurbağanın kısık ısıda pişirildiği gibi, giderek sıcaklığı artan su sağlık sistemini pişiriyordu. Öğretim üyeleri memurların görevlerini üstlenir, intörnler ve uzmanlık öğrencileri de yardımcı sağlık hizmetlerini yerine getirir oldu.
36 yıl sonra zenginler çok daha zengin, fakirler çok daha fakirdi. Zenginlerin ulufeleri yeni bir kölelik sistemini çağımıza taşıdı. Ulufe köleyi, kölelik yeni efendilerini yarattı. Siyaset çarkı bu kısır döngü üzerine kurulu hale getirildi.
Ve SONARŞİ kapımıza dayandı.
Genç tıbbiyeliler, bugün eleştirdiğiniz sorunları asla unutmayınız ve hastalığın temelinde yatan patojenetik mekanizmayı atlamayınız. Bizim kuşağımız yeterince savaşamadı KAPİTALİZM’in yıkıcı etkileriyle. Sizler, 20 yıla kalmaz, çağı yakalayan donanım ve yetkinliğinizle yönetenler haline geleceksiniz. İşte o gün bugünlerinizi unutmadan sorunları çözecek projeler ve politikalar üretecek olanlar sizlersiniz.
Ve SONARŞİ bizlerin karşı koymamıza rağmen sizin geleceğinize egemen hale gelmişse, yıkın gitsin çağdışı olanı. Stetoskoplarınızdan başka kaybedecek bir şeyiniz kalmamıştır artık.