Gezi'den Kobane'ye insan

Paylaş:

Dr. Burhanettin Kaya ATO İnsan Hakları Komisyonu üyesi

Gezi direnişi 12 yıllık iktidarı boyunca toplumu yeni Türkiye şiarıyla biçimleyen ve 12 Eylül’de başlayan toplum mühendisliği sevdasına yeni bir öz ve biçim kazandıran AKP’nin politikalarına karşı filiz veren toplumsal muhalefetin en dikkat çeken simgesi haline geldi. Gezi direnişi üzerine ölü toprağı serpilmiş olan, kendi dinamiğini gündüz vakti yitiren her renkten sol muhalefetin silkinmesine ve ardından serpilmesine zemin hazırladı. Bu süreçte bu haklı tepkileri kendi varlığına bir tehdit olarak algılayan siyasi iktidar ise onlarca insan hakları ihlalini içeren ve içselleştirdiği şiddeti çeşitli biçimlerde ve mecralarda hayata geçirdi. Bu aynı zamanda bu iktidarın ve siyasi temsilcilerinin tutum davranış ve söylemlerinde görünür olan ötekileştirmenin daha da belirgin olduğu bir süreçti. Gezi direnişi toplumsal değişim, dönüşüm, muhalefet etme kavramları üzerine de yoğun bir tartışma yarattı. Lice’den Taksim’e sloganı dillerde serpildi, haykırılarda yankılandı. Yeni heyecan ve coşku, farklılıkların bir zenginlik olarak algılandığı bir dayanışma ruhu, ortaklaşma yarattı. Arzulanan bunun artarak büyümesi ve değişmesi, güçlü bir gerçekliğe dönüşmesiydi. Ama direniş bitince heyecan da soğumaya başladı. Süreç, öldürülen, yaslarının bile tutulmasına izin verilmeyen çocuk ve gençlerin öyküleriyle, ailelerinin hukuk mücadeleleri ile geçti. Gezi davaları açıldı bir bir… Hekimlerin yaralılara ve şiddet gören bireylere verdikleri gönüllü sağlık hizmeti, insana can veren mesleki etkinlikleri suç sayıldı. Hekimler ve odaları yargılandı. Sonra maden kazası, iş kazası, ulaşım kazası kimliğine bürünmüş iş cinayetleri, emekçi katliamları geldi. Kar etme arzusuyla iş güvenliğini göz ardı eden ve güvencesiz çalıştırdığı ve emeğini sömürdüğü işçileri ilkel koşullarda yaşamaya zorlayan, iktidar yanlısı holdinglerin asansörlerinde can veren emekçileri “şehit” yaparak acıları ve ölümleriyle dalga geçen sermayenin, iktidarın siyasi yandaşlarının ve bürokratlarının korunduğu, kayırıldığı cinayetler.

Suriye’de savaş sürdü. Yüzbinlerce mültecinin göçü… Eş deyişle kamplarda yaşayan örselenmiş ruhlar ve bedenlerin göçü, AKP’nin yeni iç siyaset malzemeleri olan. Çok geçmeden iktidarın söylemine sıkıştırarak yuvarlama sözcüklerle gizlediği, ama içten içe beslediği iddia edilen IŞİD şiddeti ile tanıştı dünya. Katliamlarını, insan aklını ve ruhunu aşan şiddetini, vahşetini gördü. Telafer’deki Türkmen, Şengal’deki Ezidi Kürt katliamını, Kobané’deki saldırısını… Yeni göçleri, örselenen yeni ruhları ve bedenleri, ayrımcılığın kurbanı olan. Ardından, sessiz kalan dünyaya ses vermesi için çağrıda bulunan kitlelerin provakatif eylemlerle haklılığına gölge düşürülmek istenen demokratik tepkilerini. Bu tepkilere karşı gelişen polisin tarifsiz şiddetini…

Gezide başlayan polis şiddeti Kobané ile dayanışma eylemlerinde daha da acımasız ve yoğun bir biçimde ortaya çıktı. Üzücü olan daha kısa sürede daha ağır biçimde uygulanan, bir iç savaşı çağrıştırırcasına yaşanan, polisin kimi zaman teşvik ettiği eli satırlı sopalı ülkücü ve gericilerin katıldığı bu saldırılarda toplumda yaşanan sessizliğin büyüklüğü ve gezi direnişinde ortaya çıkan dayanışmanın aynı güç ve nitelikte olmamasıydı. Bu son derece düşündürücü. Konu Kürtler olunca hem önyargılar, hem ötekileştirme hem de polis şiddeti daha katmerli yaşanıyordu.

Unutmamalıyız ki, biz hekimler, sağlık çalışanları her daim barışın yanında olmalıyız. Savaşa karşı durmalıyız. Unutmamalıyız ki, insanın hayatta kalmak, kendini korumak için yaptığı savaşı kabullenebiliriz ancak. Ölüme karşı yaşamı savunmalıyız. Köleliğe karşı özgürlüğü, ayrımcılığa karşı eşitliği. Dil, din, cinsiyet, ulus, etnik yapı, sınıf ayrımı yapmaksızın sağlık hizmetini gereksinimi olan herkese sunmalıyız. Bunu inanarak yapmalıyız. Buna inanarak yapmalıyız. Sağlığı geliştirmeli, sağlıklı bir dünya, bir hayat ve gelecek için emek harcamalıyız. İnsan hayatını bir strateji nesnesi ve pazarlık aracı yapanlara karşı durmalıyız. Tıbbi bilgi ve becerimizin kötüye kullanılmasına izin vermemeli, insanı yok sayan, nesneleştiren hamasi söylemlere kurban etmemeliyiz. İnsan hakları ihlallerine göz yummamalıyız. Hiçbir koşulda. Hiçbir gerekçeyle. Hekim ve aydın olmanın gerektirdiği tutum ve davranışı sergilemeliyiz. Umut bizim çok sesliliğimizde büyür, hayat tek yüreğimizde atar. Hüznümüz hayatı değiştiren en güçlü duygumuzdur. Sevinç ise mutluluğa açlığımız. Keder yıktığımız kalelerdir. Sevgi ise direncimiz. Dayanışma söylemimizdir. Özgürlükse kaderimiz. Duymalı, görmeli, düşünmeli, hissetmeli, sesimizi yükseltmeli ve gereğinde tepki göstermeliyiz…