Güleç ve Benav
Dr. Vedat Bulut
ATO Yönetim Kurulu Başkanı
Ne zamandır Yüksel Caddesi’nde gezinir, kimdir, kaç yaşındadır bilinmez. Adına Güleç demişler cadde sakinleri. Bir zamanlar şen ve güleç yüzlü bir köpekti, adını da öyle koymuşlar belli. İnsan Hakları Anıtı’nın bulunduğu bu caddede sokak müzisyenlerinin sergiledikleri eserler birbirine karışır. Kah bir Roman havası, kah santur, kah gitar ve bağlama çalıp şarkılarını katık ederler caddede gezinenlerin adım seslerine. Anıtın hemen çaprazında yakın tarihimizin en önemli tanıklarından Mülkiyeliler Lokali var. Güncel olaylara ilişkin basın açıklamaları ve protesto gösterilerinin uğrak yeri Yüksel Caddesi. Daha 4 yıl önce Güleç şen şarkılara kuyruk temposuyla eşlik eder, caddenin bir ucundan diğer ucuna koşturup dururdu. Kirli bakır rengindeki tüyleri günün saatlerine göre renk değiştirir gibiydi. Çevre sakinlerinin ikramları ve sevgisi onu coştururdu. Ancak bir şeyler değişti yaşamında Güleç’in. 6 ay önce bir kız belirdi tam İnsan Hakları Anıtı’nın önünde, adı Nuriye. İşinden atılmış OHAL kapsamındaki KHK’lerle, arkasında anıta dayalı bir mukavvada ‘’İşimi Geri İstiyorum’’ yazıyordu, basit ve yalın. Nuriye Gülmen bu eylemlerinde 27 defa gözaltına alındı. Emniyet güçlerinin gözaltı tutanaklarında ‘’Dağılın uyarılarına aldırmayan gösterici derdest edildi’’ yazardı. Tek kişilik bu eylemde dağılma nasıl olur? Kimsenin kolay yanıtlayamayacağı yaman bir soruydu. Gazetelerde kimi zaman darp haberleri yer aldı, kimi zaman demeçleri ÖYP’li akademisyen Nuriye Gülmen’in.
Güleç mi Nuriye’yi sahiplendi, yoksa Nuriye mi Güleç’i sahiplendi sorusunun yanıtı ise basitti. Güleç bu alana gelen göstericilerin arasına katılıp, kimi zaman megafondan yükselen bildirinin sesine kulak kabartır, kimi zaman atılan sloganlara alto sesi ile katılırdı. Öğrenmişti, hemen her öğlen vakti bu anıtın önünde birileri toplanacak, bir şeyleri protesto edecekti. Her öğlen vakti oracıkta bitiverirdi. Eylemlere provokasyon amacıyla yaklaşanları her nasılsa ayıklardı, bir beyin okuyucuydu Güleç sanki. Havlayarak kovalardı provokatörü. Bir de kırmızı renkli giyinenleri sevmiyordu Güleç. Kırmızı mont, kırmızı elbiseniz varsa tepki gösterirdi. Bir tek kızıl flamalara, afiş, pankart ve kırlangıçlara tepkisi yoktu. Komünist midir, bir örgüt üyesi midir? Bilmeyiz. Belki İçişleri Bakanımız bilir.
Sonra Nuriye’nin eylemine Semih öğretmen katıldı. Mardin Mazıdağı’nda öğretmenlik yaparken, sorgusuz sualsiz o da KHK ile işine son verilen bir sosyalist. Aynı günlerde Veli Saçılık’da katıldı bu ‘’İşimi geri istiyorum’’ eylemine. Veli bir kolunu kaybetmişti Burdur Cezaevi’ndeki açlık grevleri döneminde, tam 17 yıl önce. Sonra beraat edip, sosyoloji bölümünü bitirip Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü’nde memur olarak göreve başlamıştı. On yedi yıl önce kolunu alan devlet hak ederek aldığı işi Veli’ye çok görmüştü. Onun da işine son verilmişti. Sonra Acun öğretmen katıldı, Mahmut Konuk da. Güleç hep oradaydı. Bu insanlar Türkiye’nin dört ikliminden dört bucağından bu alana gelmeden önce de buradaydı. Ama İnsan Hakları Anıtı’nın önünü mesken eden bu göstericileri en çok o sevdi. Belki bu caddede el ayak çekildikten sonra bile bu insanlarla birlikte olmak ona iyi gelmişti.
Sonra bir şeyler değişti Güleç’in hayatında. Aniden Nuriye ve Semih süresiz açlık grevi eylemi kararını açıkladılar. Güleç her gün öğlen ve akşam gerçekleşen protesto eylemlerinin sıklaşmasına alıştı önceleri. Ama sonra garip bir şekilde ayaklarını Nuriye ve Semih’in yönüne doğru uzatıp, gözlerini dikip onları izlemeye başladı. Eski coşkusu ve neşesi kalmamıştı. Gözlerindeki hüzün evlerinde evcil köpek bulunduranların anlayacağı türdendi. Caddedeki en yakın arkadaşlarının kararlarını ve eylemlerinin anlamını anlamış gibiydi. 120 gün boyunca gösterilerinden sonuç alamayan Nuriye ve Semih yaşamlarını ve bedenlerini sürmüşlerdi meydana. Giderek zayıfladıklarını gördü Güleç, sonra Nuriye’nin tekerlekli sandalyeyle anıtın önüne getirilişini izledi. Nuriye ayakta zor duruyordu. Semih durgunlaşmıştı. Onları en iyi anlayan ve onlar için en çok endişelenen Güleç oldu. Bakanların bile anlayamadığını anlamıştı insan Güleç, o adeta insansılaşıyordu.
Sonra birden bir gece yarısı Nuriye ve Semih yok oldu. Güleç tutuklandıklarını ne bilsindi. 23 Mayıs tarihinde tutuklanarak Sincan Cezaevine konuldular. İçişleri Bakanı onların bir terör örgütü üyesi olduklarını uzunca bir demecinde anlattı. Sonra avukatları Nuriye ve Semih’in adli sicil kayıtlarını yayımladılar gazetelerde. ‘’Sabıka kaydı bulunmamaktadır’’ yazıyordu o belgelerde. Biz terör örgütü üyesiysek nasıl devlet memuru olduk diye sordular avukatları aracılığıyla… Ancak bir yanıt gelmedi devlet yetkililerinden. Belli ki algı yönetimi için gerekli olan yapılmıştı, savunmaların sesi cılız bir şekilde sosyal medya sayfalarında kaybolup gidecekti.
Güleç’in bugünlerde bir arkadaşı daha oldu, sanırım Beşiktaşlı ve de Çarşılı. Siyah beyaz rengiyle birden bire belirdi, Güleç’in bölgesinde, Yüksel Caddesi’nde. Güleç’in gölgesinde kaldı, kimse ona bir isim bile vermedi. O caddenin isimsiz köpeği. Ona da ben bir isim buldum, adın Benav olsun dedim. Belki Güleç’i teselli eder. İki haftadır, İnsan Hakları Anıtı’nın etrafı barikatlarla kapatılmış, heykeli tutsak eyleyen ilk toplum biz olmalıyız. Bugünlerde mübarek ramazan ayında kimi heykelin ayağı, kimisinin başı koparılıyor. İnsan Hakları Anıtı’nın payına da mahkumiyet düştü. Köşe başında toma ve yüzlerce polis alanda… Biber gazı, plastik mermiler artık Yüksel Caddesi’nin yeni kirliliğini oluşturuyor. Anarşist Perihan Abla gezindiği meydanda mutsuz, Sosyal Murat artık şiirleri kaldırımlara haykıramıyor.
Güleç ve Benav anlamsızlıkla olan bitenleri izliyor.