Hakikat acı verdiği kadar da iyileştirir

Paylaş:

Dr. Burhanettin Kaya 

Bir hakikat kaybı yaşadığımız dönemdeyiz. Hakikatın elimizden uçup gittiği ve yalanın renkli bir bulut gibi hayatın ve gerçeğin üzerine çöktüğü bir dönemde. Güncel siyasetten ekonomiye, bilimden felsefeye hakikatın ayağının kaydığı bir dönemdeyiz. Genel sağlık ortamından ruh sağlığı alanına “hakikatın” bir kurgu olarak inşa edildiği ve pazarlandığı bir  süreçte. Aslında uzun yıllardır bu inşa edilen ve pazarlanan gerçeklik kapitalizmin bir gereği olarak gündelik yaşamın içine yerleştiriliyor ve tüketime yönelik  yeni bir insan  davranışı modelini biçimliyordu. Şimdiki öyle değil , tek referansı olan, muhafazakarlaştırılan ve a priori doğruluğu kabul edilen, siyasetin egemenliğindeki yalanın köleleştirdiği bir gerçeklik. Bu gerçeklik Hannah Arendt’in deyimiyle aktif ve agresif bir inkar becerisini içeriyor. Pasif olarak açık olduğumuz hata ve yanılsamalardan, belleğimizin çarpıtmalarından, duyusal ve zihinsel işlevlerimizin eksikliklerine atfedilebilecek diğer her şeyden açıkça farklı bir inkar. (1)

Kandırma hiç bir zaman mantığa ters düşmez diyor Arendt. Yalanlar  çoğu zaman gerçeklikten çok daha makul, akla çok yatkın olabilir, çünkü yalancı izleyenin ne duymak istediğini ya da nasıl bir beklenti içinde olduğunu önceden bilmenin büyük avantajına sahiptir. Oysa gerçeklik bizi ummadığımız şeylerle karşılaştırmak gibi rahatsız edici bir alışkanlığa sahiptir. (1)
Hakikat acı vericidir oysa. Bu yalan dünya içinde de hakikatı savunmak ve aktarmak giderek tehlikeli hale gelir. (2) Fakat yalancı, normal koşullarda gerçekliğe en sonunda yenik düşer diyor Arendt.

Yalanın kendisine zarar vermeye başladığı nokta hakikat ile yalanı birbirinden ayıran çizgiyi hiçe saymak zorunda bırakıldığı noktada gerçekleşir bu. Hayatta kalmak bu önünüze sunulanı gerçek kabul etme, doğru sayma, ona inanıyormuş gibi yapmanıza bağlıysa size sunulanın hakikat mi yalan  mı olduğunun önemi kalmaz. (1) Güvenilir hakikatİn bilimsel alandan tamamen çıkması dengeleyici unsurun da ortadan kalkması anlamına gelecektir. Bunun sonucu, bilimde, psikiyatride, psikoterapide ciddi bir eksen kaymasıdır.

Bilimsel hakikatı tartışırken, bir hakikat arayışını amaç edinen bir araştırma yazısını, bilginin özetlenerek yararlı biçimde kullanımını sağlayan derlemeleri, deneyim paylaşımını içeren ve tedavi becerilerine katkı sağlayan olgu sunumlarını değerlendirirken bu dengeyi aramak, güvenilir bir hakikata ulaşma yönündeki içten, etik ve bilimsel çabayı, yetkinliği görmek önemlidir. Ülkenin gerçekliği on yıllardır bilimin gerçekliğini, gerçek  ve gerçeklikle olan ilişkisini etkiliyor, hatta  belirliyor. bilimsel araç ve yöntemleri (kötüye) kullanarak bir hakikat görüntüsüyle yalanı üreten ve pazarlayan, hegemonyanın-siyasi iktidarın denetimindeki bilim ve bilimci, ürettikçe kendi yalanına inanan ve bunu en ısrarlı biçimde savunan bir noktaya geliyor. Burada Arendt’in anlatısına yeniden başvurmak gerekiyor. Arendt, akla yatkın bir hipotez ile onu doğrulaması gereken olgu arasında ayrım yapmayı başaramamanın, yani hipotezleri  ve “teorileri” gerçekliği kanıtlanmış olgularmış gibi ele almanın
-bahsi geçen dönemde- psikoloji ve sosyal bilimler alanlarında salgın haline geldiğini, bu gerçeklikten koparma ve sorun-çözmenin hoş karşılandığını ve (bilime-siyasete) içkin hale geldiğini belirtiyor. 1967 yılında kaleme aldığı bu düşünceler günümüzde ziyadesiyle geçerliliğini koruyor.

Bu noktada, dönüşen  bu  bilime, bilimciye, siyasete onurlu ve etik bir karşı duruş sergilemek gerekiyor.

Hakikat rahatsız ettiği, acı verdiği kadar iyileştiricidir.  Nesnel olanın bireydeki, bireyin bilincindeki, zihnindeki ve iç dünyasındaki yansıması olan  öznel hakikat-imiz bu direnci eyleme dönüştürecek duyarlılığa ve güce sahiptir.

1-Arendt H. Siyasette  Yalan. Çev: İmge Oranlı, Berfu Şeker. *Sel Yayıncılık, istanbul 2018.

2-Aytaç AM. 4. Psikiyatri Kış Okulu Konuşması. Aktaran Ayla Türksoy. https://m.bianet.org/biamag/siyaset/194601-hakikat-iyilestirir.