“Korku ne kadar bulaşıcıysa cesaret de o kadar bulaşıcıdır”

1 Eylül Dünya Barış Gününde çıkarılan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kocaeli  Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilimdalı’ndaki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, ihraç sürecinden bu yana verdikleri mücadeleyi Hekim Postası için anlattı.

Sibel Durak

“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladığınız günden ihraç edildiğiniz güne kadar süreç nasıl işledi?

O.H: Kocaeli Üniversitesi’nde birinci imzacı 21 kişiyiz. Daha sonra bir arkadaşımızın daha imzası olmuştu. Ocak ayında, imza süreçleri gündeme geldikten sonra hakkımızda disiplin soruşturması başlatıldı. Bunun yanı sıra, hem Kocaeli hem diğer illerde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın koordinasyonunda adli soruşturmalar da yürüyordu. 15 Ocak itibariyle üniversite rektörlüğünün ihbarıyla 21 öğretim elemanı gözaltına alındık. Bizim gözaltımız itibariyle oradaki süreçler adli soruşturmalarımıza yansıdı. Disiplin soruşturması açtı rektörlük. 23 Şubat’ta  yapılan soruşturmada savunma değil de itirazımızı sunduk. Disiplin soruşturması açılamayacağını paylaştık. İtirazımız da şuydu: 14 Ocak 2014 Perşembe günü rektör başkanlığında toplanan bütün fakültelerin dekanları ile rektör yardımcılarının yer aldığı Kocaeli Üniversitesi senatosu “bu suça ortak olmayacağız” metnini imzalamayı terörü desteklemek olarak değerlendirdiklerini söyleyen ve gereğini yaptıklarını bildiren bir kararı internet sitelerine koymuşlardı. Böylece, bütün senato üyeleri bize karşı  taraf olduklarını ilân etmiş oldular. Rektörlüğün disiplin soruşturmasıyla ilgili kurduğu heyet bu senatörlerden oluşuyordu. Dolayısıyla baştan bize karşı taraflılığını ifade etmiş bir grubun bizim soruşturmamızı yürütmesinin hukuksal olarak mümkün olmadığını paylaşmıştık. Bu süreçle ilgili Temmuz ayına kadar hiçbir yanıt alamadık. Temmuz sonunda hepimizden 23 Ağustos Salı günü yapmış olduğumuz itirazlar nedeniyle, yeniden savunma vermemiz talep edildi.  Biz 23’ünde itiraz dilekçelerimizi bu heyete sunduk. Sonra bununla ilgili bir yanıt gelmedi. 1 Eylül itibariyle fark ettik ki bu yürütülmekte olan cadı avının bir parçası. O zaman biz de araştırdık, Kocaeli Üniversitesi’nin internet sayfasında yönetim kuruluyla ilgili kararlar bölümümde 12 Ağustos 2016 tarihinde Rektör, gastroentroloji uzmanı  Prof.Dr. Sadettin Hülagü başkanlığında, genel cerrahi uzmanı Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Zafer Utkan, yine tıp fakültesinden, radyoloji uzmanı Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Ercüment Çiftçi, bütün fakültelerin dekanları ve diğer rektör yardımcılarından oluşan üniversite yönetim kurulu toplanmış ve bizlerin listesinin kamu görevinden çıkarma talebiyle YÖK’e bildirilmesine karar vermiş. Nasıl bir yönetim anlayışı, nasıl bir ahlâktır ki,‘buyurun savunma verin’ diye davet ettiğiniz kişilerle ilgili olarak utanmadan ve sıkılmadan onları davet ettiğiniz günden 11 gün önce bir karar veriyorsunuz ve  o kararı gönderiyorsunuz. Fark ettiğimiz gibi rektörün inisiyatifinde ona bağlı heyetlere de onaylatarak bizi topluca çıkarmış oldular. Üniversitenin bu yönetim heyeti Ocak-Ağustos 2016 tarihleri arasında imzacıların yer aldığı bilimsel araştırma projelerinin desteklenmesi talebini reddetti, yurtdışı kongrelere bildirili katılımlarına dahi izin verilmedi, yurtdışı ortaklı çalışmalar iptal edildi.

Tüm yaşananlara ragmen direnişi büyütüp derslerinize devam kararı aldınız.

O.H: Bir kere küçük, büyük hiçbir ayrım yapmadan kazanımlara gereksinimimiz var, umuda gereksinimimiz var. İhraç haberini 2 Eylül Cuma günü, Karaburun Bilim Kongresi’nde aldık. 15 gün içinde odalarımızı boşaltmamız gerektiği için 19 kişi Kocaeli’ne döndük. Ne yapacağımıza karar vermek için bir araya gelip toplantı yaptık. Öğrencilerimiz, akademisyen arkadaşlarımız, muhalefetle birlikte odalarımızdan ayrılışımızı şölene dönüştürelim dedik ve öyle de yaptık. Tıp Fakültesi’nden ayrılışımızda hayat durdu. Herkes bu şölenin bir parçası oldu. Umudumuzu paylaştık, küskün olmadığımızı, bunun bir kavga-mücadele olduğunu, bunun da rauntları olduğunu, paylaştık. Daha önceleri olduğu gibi, bugün de kazanacağımızı  biliyoruz. Çünkü güçlüyüz ve haklıyız. Bu atmosferde Kocaeli’nden ayrılmamaya ve dersleri devam ettirmeye karar verdik.  Kocaeli Dayanışma Akademisi’ni kurduk. 28 Eylül’de Kocaeli Dayanışma Akademisi’nin açılış şenliğini gerçekleştirdik.  Her çarşamba üniversitedekine paralel olarak ihraç edilmiş arkadaşlarımızla toplum için üniversite hedefiyle akademinin dersini gerçekleştiriyoruz.   Öğrencilerimiz ve çalışma arkadaşlarımızın dışında, kentten ve kent dışından çok değişik meslek gruplarından arkadaşlarımız, dostlarımız gelip dersimizi dinliyor. Hatta yurt dışından dahi konuklarımız olabiliyor. Oturacak yer bulunmuyor.

15 Temmuz kalkışmasının ardından yaşananları nasıl değerlendirebiliriz?

O.H: Şunu görmek gerekir Türkiye’de devlet yeniden inşa ediliyor. Dolayısıyla bütün kurumların bu bağlam içinde ele alınıp değerlendirilmesi lazım. Bu süreçte bizler taraf olmazsak, içinde barınamayacağımız, içinde insan olarak kalamayacağımız bir devlet aygıtı gelişecek. Temmuz ayındaki başarısız asker kalkışmasını “tanrının lütfu” olarak değerlendirenler bugün kimseye neredeyse yaşam hakkı tanımıyor. Üniversitelerden, eğitim, sağlık, yargı ve silahlı kuvvetler başta olmak üzere kamudan toplu tasfiyeler gerçekleştiriyorlar. Öte yandan eş zamanlı olarak bu kurum ve kuruluşları yeniden inşa ediyorlar. Bununla birlikte, kendileri de nerede duracaklarını ve nasıl bir şey kuracaklarını bilmeden ilerliyorlar. Neyi, hangi işi, nereye kadar ilerletebilecekleri konusunda bilgili, yetkin değiller. El yordamıyla kendilerini korumaya yönelik bir şeyler yapıyorlar ama aslında bunun  arkasında büyük bir sermaye operasyonu var. Türkiye’de uzun zamandır sermayeler arasında el değiştirme faaliyetleri yaşanıyordu. Bir sermaye grubu tasfiye edilip, yerine başka sermaye grubu getiriliyordu. Medyada, enerji sektöründe yaptıkları gibi. Bu durum 15 Temmuz’dan sonra daha belirgin hale geldi. Servetlere el koydular, bazı alanları boşaltıp başkalarını yönlendirdiler. Yıllardır kendi aralarındaki iç çelişkiler, sermayeyi paylaşma konusundaki anlaşmazlıklar üzerinden bozulan ilişkiler bizi 15 Temmuz’a getirdi. Bu süreç sonunda devletin yeniden inşasına engel olacak kadroların her yerden tasfiyesi gerekiyor. Orduda, üniversitede, kamuda  bunu yapıyorlar. Kendilerinin hesaplaşmak diye ifade ettikleri  FETÖ\PDY meselesi kendi yol arkadaşları. Tasfiye edilenler arasında bunların dışında kalanlar, o sürecin içindekilerden çok daha fazla sayıya ulaştı.  Bu cadı avını, devletin yeniden inşa sürecine engel olabilecek her kurumun, özgün gruplarının, yetişmiş kadrolarının tasfiyesi olarak da ifade etmek gerekir.

Bu süreçte sol muhalefet üzerine düşeni yapabiliyor mu?

O.H: 1930’ların Almanya’sı gibi… Korkudan korkuyu tesis ettiler. Korku insani bir duygu tartışma götürmez, ancak korkudan korkmak meselesi gerçekten insanlığı kaybetmek anlamına geliyor. Yaratılan atmosferin bu olduğunu düşünüyorum. 1930 Almanya benzetmesini yaparken aklıma şu geliyor: Türkiye’de muhalefet , özellikle sol sosyalist muhalefet,  Almanya’daki papaz olmak üzere. Yahudileri, komünistleri, sosyalistleri, komşuyu götürdüler sesimi çıkarmadım. Sıra bana geldi örneğini hemen herkes bilir. Hala nedir bu dağınıklık? Hala niye böyle bir tutum var kendi adıma bilemiyorum. En azından bilmeliler ki eğer bu edilgenlik bir süre daha devam ederse, Türkiye sol, sosyalist muhalefeti Almanya’daki papaz gibi olacak.

Meslek örgütleri bu dönemde ne gibi sorumluluk taşıyor?

O.H: Sol sosyalist muhalefet, muhalefetle ilgili özne rolünü oynamak konusunda bana göre zafiyet yaşadığı için demokratik kitle örgütleri olarak dört yapı her şeyin çağrıcısı olmak durumunda kalıyor. Demokratik kitle örgütleri en azından siyasetin öznelerine göre bir adım öndeler ancak yordular bu yapıları. Evet yapmaları gerekeni yapıyorlar ama meslek örgütleri şunu kaçırmamalı: Devlet yeniden inşa edilirken sağlıkta, eğitimde, ulaşımda, kentleşmede, yani yaşamın bütün alanlarında ciddi işler yapılıyor. Bunların görünür kılınması konusunda bu süreçten düşmeden faaliyet göstermemiz gerekiyor. Yoksa birkaç ay sonra öyle bir külliyat birikmiş olacak ki hiçbirini çözmek mümkün olmayacak.

Unutmayalım, korku ne kadar bulaşıcı ise cesaret de o kadar bulaşıcıdır. Bugün, cesareti hep birlikte toplumsal muhalefetin bütün ögelerine, herhangi bir ayrım gözetmeden bulaştırmanın, bunun için en azından korkunun kaynağı iktidar kadar çaba göstermenin günüdür.