Mecburi Mesafe Salgın Hastanesinde Geçen On Bir Gün Üzerine
Gülşah Aykaç
Bu yazı, Ankara’da salgın hastanesine dönüştürülmüş bir devlet hastanesinde, hafif bir COVID-19 tedavisi süresince geçen on bir günden en çok aklımda kalan ve bana hâlâ gündüz düşleri kurduran insanlar, mekânlar ve mecburi mesafeler üzerine.
Hastanede deneyimlediğim mesafenin mecburi oluşu, son günden ilk güne doğru bazılarını dökmeye çalıştığım hastane günlerimden kalan bir düşünce. Üzerine düşündükçe mesafeyi ne sosyal ne de fiziksel olarak adlandıramıyorum. Sosyal mesafe tabirinin fiziksel olarak birbirimizden uzak durmamız gerektiği gerçeğini unutturacağı kaygısına, bununla birlikte sosyalleşmenin mesafeliyken de türlü çeşitleri olabileceğine katılıyorum. Mesafenin fizikselliğinin en keskin biçimde deneyimlendiği hastanede, hasta beden ile tedavi eden/ bakım emeği veren bedenler -sağlık çalışanları- arasındaki anlık ilişkilenmeler dahi bir sosyal etkileşim yaratıyor. Üstelik bu anlık ilişkilenmeler hasta beden ile hasta olma riski yüksek beden arasında, tüm mecburiyete rağmen gerçekleşebiliyor. Bu sebeple hastaneden ve küresel salgından geriye zihinlerimizde en çok, sağlık çalışanlarının maskelerin ardındaki gözleri kalacaktır.
11. Gün:
Yatağımın üzerine kıyafetlerimle uzanıyorum. Gün içinde taburcu olacağımın söylenmesinden bu yana dört saat geçti.
Bir kadın bir erkek hemşire hızlıca içeri giriyor. Ellerinde sabahtan bu yana içeri gelen son belgem var. Bu sefer bir reçete. Üç teşhise gözüm takılı kalıyor:
– Şüpheli hastalıklar ve durumlar için gözlem
– Covid-19
– Pnömoni, tanımlanmamış organizmalar
Gözlerimiz gülümsüyor. “Almaya gelecek kimse var mıydı, istediğinizde çıkabilirsiniz” deyip gidiyorlar. Kapı açık kalıyor. Bu, artık kapıdan çıkabileceğim anlamına geliyor. Yine de bir an tereddüt ediyorum.
Kapımı açıyorum. Günlerdir içlerini dinlediğim üç odanın üzerindeki isimleri okuyorum. Üçü de hastane personeli, durumları iyi. Solda koridorun bitimindeki pencere önüne artık oturulmaması gereken koltuklar birbiri üzerine kapatılarak istiflenmiş. Sağda ilk geldiğim gün gördüğüm haline benzetemediğim geniş hol. İki hemşire gözden kaybolmuş. Tamamen yalnız mıyım?
“Hemşire Hanım?” diye yüksek sesle sesleniyorum, odamın kapısını açmadan sık sık seslendiğim gibi. Günlerce bu seslenmelerle iletişim kurmuştuk. “Hemşire Hanım serum gitmiyor. Hemşire Hanım boş serumumu çıkartmayı unuttunuz…”
Hemşire Hanım’ın sesi uzaklardan Hemşire Bey’e sesleniyor. Bana doğru yaklaşan Bey’e “ikinci maskeyi verecektiniz” diyorum. İkinci maskeyi veriyor. İlkinin üzerine takıyorum. Hastaneden çıkarken hâlâ Covid pozitif olma ihtimalim var. İkinci testi yapmayacaklarını söylediler. Kan değerleri enfeksiyonun yeterince azaldığını gösteriyor.
Gülümsediğimde gözümün alt kısmına değen iki maske, spor çantam, günler içinde yetmediği için bana gönderilmiş yedek pijamaların çift katlı poşet torbası ile birlikte koridorda ilerliyorum. Güvenliği bulana kadar dördüncü kattan zemin kata nasıl ineceğimi bilemiyorum. Güvenlik nerede olduğunu anlamadığım Hemşire Hanım’a sesleniyor. “Taburcu mu var?” diyor. “Evet, Gülşah Aykaç taburcu.” Güvenlik telsizinden başka bir güvenlik çalışanına “Taburcu var, geliyor” diyor.
Asansöre bir kaç saniye bakakalıyorum. Covid-19 Hasta Asansörü ve “yeşil,” ya da “temiz asansör.” Güvenlik merdivenler şurada diye işaret ediyor. Henüz yeşil alana ait değilim ama kırmızı alana ait olup olmadığım da meçhul.
Merdivenleri inerken dizlerim titriyor. Çünkü on bir gündür en fazla odamda hareket ediyordum. Aslında son üç günüm, serumlar bittiğinden ve damar yolu çıktığından beri görece hareketli geçiyordu. Ama merdiven inmek ve yol almak! Merdivenleri inerken katlara göz atıyorum. Çok az insan görüyorum. Onlar da beni görünce koridorlardaki adımlarını hızlandırıyor sanıyorum. Bir an evvel inmekle birine yaklaşmak arasındaki tedirginlik yüzünden dizlerim daha da titriyor.
Hastane girişine geldim, güvenlik “taburcu…” diye ortalığa hastaneden çıkışımı anons geçiyor. Başka bir köşede bir sağlık görevlisi birbirine mesafeli durarak sıraya girmiş birkaç hastane çalışanının ateşini ölçüp not ediyor.
İşte son adım. Covid-19 hastasından Covid-19 taburcusu mertebesine erişiyorum. Bu hastalığı bulaştırma riski taşıdığım anlamına geliyor. Abim gelmiş. Arabada konuşmayacağım diyorum. Tamam diyor. Arabanın arka koltuğundayım, dört pencere de açık, içerisi dezenfektan kokuyor, elime cebimden çıkarttığım dezenfektanı sıkıyorum, biraz da kapı koluna, eve ulaşmaya az kaldı.
8. Gün:
Odamın kapısı ve yatağım arasında dört geniş adım mesafe var. Yatağımın hemen yanında gün içinde neredeyse sürekli açık duran geniş bir pencere… Saat tam dokuzda yatağın ayak ucuna güneş vuruyor. Oda çok serin. Isıtma/havalandırma sisteminin koridor ve odamın havasını karıştırdığını fark edip ısıtmamı kapatmıştım. Odam serin olduğu için günlük kontrol rutinlerinde hemşireler önce alnımdan sonra tekrar boynumdan ateşimi ölçüyor. Boynumdan ölçülen ateş 37’lerden 36’lara düşeli dört gün oldu.
Her hemşireyi en çok üç kere gördüm. Odada konuşmamam daha iyi, bu yüzden işlerini serilikle halledip en kısa sürede odamın havasından uzaklaşan hemşirelere yeterince mesafe alabildiklerinde, tam odadan çıkarlarken ve beni duyup duymadıklarından emin olmayarak teşekkür edebiliyorum.
Günde üç kere, serum varsa beş kere, ek serum varsa altı kere geliyor hemşireler. Tık tık: Gülşah Hanım maskemizi takalım lütfen. Siperlik, maske, koruyucu tulum, sıklıkla buğulanarak görüş alanı kısıtlanmış gözlük, çok katlı eldiven.
Bugün bir hemşire ilk iki adımda dans ederek odama girdi. Bu moral desteğini hayat boyu unutamayacağım. Teşekkür etmek istiyorum çıkarken, sesimi ayarlamaya çalışırken çıkıyor, kapı kapandı bile.
4. Gün:
Üç ana öğün, iki ara öğün yemek dağıtımı varmış ama çoğunlukla ara öğünler ana öğün yanında geliyor. Yemekle verilmesi uygun olmadığından mı bilmiyorum, fakat bazen de çay dağıtılıyor. İki tane çay istemeyi benden tam iki gün önce aynı hastanenin bir alt katında tedaviye alınan annemden öğrendim. Çay içerken görüntülü konuşarak keyif yaptığımız da oluyor.
Tekerlekli yemek sehpasını odanın dışına doğru açılan kapının hemen ardına koymam isteniyor. Böylelikle yemek dağıtan siperlikli, maskeli, koruyucu tulumlu, çok katlı eldivenli çalışanlar odaya yarım adım girip, tek kullanımlık yemek tepsisini bırakıp hemen çıkabiliyorlar. Her öğün bir litre su geliyor.
Kapıya yakın yere koyulmuş çöp kovasını boşaltmak için her gün bir çalışan üç kere geliyor. Öğle yemeği ile ara öğün arasında yerleri silmek için bir kişi yanında diğer yüzeyleri silmek için başka bir kişiyle birlikte geliyor. Akşamüzeri banyonun temizlenmesi ve gerekli malzemelerin tedariki için (günlük maske, kağıt havlu, sıvı sabun) bir kişi bir kere geliyor. Her gün bir önceki günden farklı en az beş kişi çok hızlı ve özenli çalışıyor, umarım enfekte olmazlar, kendimi mahcup hissediyorum, bana en yakın yüzeyleri dezenfektanımla kendim siliyorum ve ben oraları dezenfektanla siliyorum merak etmeyin diyorum.
1. Gün:
Durumumu telefonla takip eden annemin doktoru öksürükle birlikte hızlı nefes almaya başladığım için akciğerimi görüntülemek istiyor. Hastane bahçesinde on dakika önce çekilmiş tomografi sonucumu bekliyorum. Arabanın bagajında her ihtimale karşı bavulum hazır. Hastane içinde bekleyen sadece bir hasta var. Girişte iki personel, teşhis odasında bir doktor, tomografi çeken bir uzman. Bahçede ben dahil iki kişiyiz. Bir hastaneye göre çok az insan var.
Az sonra teşhis doktoru dışarı çıkıyor. “Benimle gelin” diyor. Hastane içine bir adım atıyoruz. Önden ve hızlı yürüyor. “Sizi de yatıracağız, çeşitli bulgular var.” İki hemşirenin bulunduğu başka genişçe bir alana geçiyoruz. “Yatış, Covid-19 şüphesi. EKG ve kan testi için kan alımı yapıp yatış işlemini yapalım.” Ve gidiyor.
Üç gün sonra, odamın kapısına bantla bir şeyler yapıştırıldığında testimin sonucunun pozitif çıktığını anlayacağım. O zamana kadar “şüpheli hasta”yım.
İşlemlerden az sonra görevli kişi geliyor. İki metre ötemde siperliğini geçirerek kısa yolculuğumuza hazırlanıyor. “Buyurun” diyor ve hızlı hızlı yürümeye başlıyor. Aramızdaki mecburi mesafeyi koruyarak yürüyorum. “Yürürken benimle gelen abime bavulumu güvenliğe bırakır mısın?” diye mesaj yazıyorum. Acil servisten geçip, diğer binaya giriyoruz. Asansörü çağırıyor, dörde basıyor. Karşılıklı iki ayrı asansöre bineceğiz. Yukarıda sizi karşılayacağım diyor. Asansörün tuşuna dokunmak istemiyorum. Onunkinin kapıları benimkinden önce kapanıyor.
Yukarıda boş bir koridordan, kapılarının üzerine bazı yeşil kırmızı kağıtlarla (pozitif ve negatif vakalar) birlikte isim soy isim yazılı kağıtların yapıştırıldığı odaların yanından geçiyoruz. Odamın kapısını açıp geri çekiliyor. “Geçmiş olsun” diyor ve gidiyor.
Odanın penceresi açık bırakılmış. Akşam üzeri ve çok soğuk. Yatağa çarşaf geçirilmesi için bana çok uzun gelen bir zaman ayakta kalakalıyorum. Dışarı çıkamam. Çağrı butonuna basıyorum, kimse gelmiyor. Kapı kapalıyken ve dışarıya yüksek sesle bağırılarak çağrı yapılacağını henüz bilmiyorum.
Tüm hastaların hemen iyileşmesini, sağlık çalışanlarının sağlığını korumasını ve beraberce bu günleri atlatabilmemizi dilerim. Bu yazıyı okuyan ve beni ismimden tanıyacak olan hemşire, doktor, temizlik görevlisi, güvenlik, yemek servis eden çalışanlara selam olsun, sonsuz kere -ve bir kez de bu yazı ile- teşekkürler.
(Yazının ilk versiyonu https://zitlarmecmuasi.com/mecburi-mesafe/ ’de yayınlanmıştır.)