Meslekte yarım asır

Türkiye’de yetişen ilk doktorlardan Dr. Emel Biçen, yarım asra sığdırdığı meslek hayatını Hekim Postası için anlattı.

Röportaj: Sibel Durak

Dr. Biçen,1931 Konya Akşehir doğumlu. Öğretmen bir ailenin kızı olan Dr. Biçen1936 yılında Ankara’ya geliyor. İlk ve ortaokulu  annesinin görev yaptığı Elmadağ’da tamamlıyor. Harpten yeni çıkmış, ekmeğin bulunmadığı o yılları “Biz kurşun kalem dahi bulamadık. Çikolatayı gördüğümde 8-9 yaşımdaydım” diye anlatıyor.  Her ne kadar anne baba çalışsa da geçim sıkıntısı onların evinde de yaşanıyor. Liseyi, Türk Eğitim Derneği’nin bursuyla Bursa Kız Lisesi’nde yatılı okuyor.  Üç yıl okulun iftihar listesine giriyor adı. Bir İstanbul ve bir de Ankara’da tıp fakültesinin olduğu o yıllarda İstanbul Tıp 400, Ankara Tıp ise 250 öğrenciyi lise derecelerine göre seçiyor. İstanbul Tıp Fakültesine seçilen öğrencilerden oluyor Dr. Biçen.

“Arasanız bulamayacağınız hocalardı”

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi zulmünden kaçan Yahudi bilim insanlarının öğrencisi olma şansını yakalıyor. Anatomi derslerini anatominin padişahı olarak nitelendirdiği Ord. Prof. Dr. Zeki Zeren’den alıyor.

“Arasanız bulamayacağınız hocalardı. Benim neslim kadar iyi yetişen bir doktor grubu yoktur. 87 yaşımdayım. Bütün melekelerim yavaşladı. Ama buna rağmen herhangi bir Anadolu üniversitesi tıp fakültesinden mezun olan biriyle kıyaslayın inanın daha iyiyimdir. Biz iyi yetiştik bunu kabul etmek lazım.” diye anlatıyor aldığı eğitimin niteliğini. Dr. Biçen hiçbir zaman yeni kitabı olmadığını, hep sahaflardan ikinci el kitap edindiklerini, sarı kağıtlı defterlere notlarını tuttuklarını aktararak nasıl koşullarda okuduğunun resmini çiziyor.

Almanya yılları

Tıp eğitimi sürerken yaşadığı sağlık sorunlarından ötürü Ankara’ya dönmek zorunda kalıyor. Tedavisinin ardından eğitimine Ankara Tıp’ta devam ediyor. Mezuniyetin ardından hocaları sağlık sorunları nedeniyle Anadolu’ya gitmemesini fakültede kalmasını telkin ediyorlar kendisine. Fakültede kadro bulununca Ankara’da kalıyor. İntaniye ve Bakteriyoloji ihtisaslarını tamamlıyor.

1961 yılında Prof. Dr. Sabahattin Payzın kendisini Almanya’ya yolluyor. Önce Frankfurt Üniversitesinde çalışma imkanı buluyor. Ardından Berlin’de göğüs hastalıkları ihtisası yapıyor. 7 yıla yakın Batı Berlin’de kaldıktan sonra yurda dönüyor. Dönüşünde ilk olarak Refik Saydam’da başlıyor çalışmaya. Ancak klinikte de çalışmak istediği için Sağlık Bakanlığına başvuruyor ve Ulus Devlet Hastanesi günleri başlıyor. Ta ki 1985 yılında emekli olana kadar.

Emekli oluşundan kısa bir süre sonra Danıştay’a bir laboratuar kurması teklifi ile geliyorlar kendisine. Bundan sonra da 1996 yılına kadar Danıştay’da hem hekimlik hem laboratuar şefliği yapıyor.

“45’ten sonra hastalar bana baktı.”

Bugün hekimlerin yaşadığı iş yoğunluğunu o yıllarda da yaşadıklarını söylüyor. SSK ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinin ayrı olduğu günlerde SSK hekimi olarak çok hasta baktıklarını anlatıyor. “Gelen her hastaya bakmak zorundaydık. Hastaların “Benim verdiğim primle ekmek yiyorsun bana bakmaya mecbursun” tavrıyla karşılaşırdık.” Günde 40-50 hasta baktığını söylüyor ama ekliyor “ Diyeceksiniz hakkıyla baktınız mı? 45’e kadar baktım ama 45’ten sonra hastalar bana baktı.”

Bugün, hem teşhis hem tedavi yöntemlerinin çok ilerlediği yönünde bir kıyaslama yapsa da  hasta yoğunluğunun yarattığı olumsuz ortamı “Şimdi hastanın sadece yüzüne bakıyor doktor. Muayene etmeye bile gerek duymuyor. Muayene edip karaciğerde büyüme var mı, sertlik var mı bakmaya ihtiyaç duymuyor. ‘Git bir akciğer filmi çektir’ diyor ama dinlemiyor akciğerinizi. Olmaz ki bir doktora verilen hasta sayısını kısıtlamak lazım.” sözleriyle değerlendiriyor.

“O yıllardaki koruyucu hekimliğin meyvelerini topluyoruz”

Dr. Biçen, tifo, kolera salgınlarının baş gösterdiği zamanlarda soluğu kah Erzurum’da kah Zonguldak’ta aldığı günleri anarak halk sağlığı politikalarına verilen önemi “1956’da Mamak’ta ağır bir tifo salgını çıktı. Onun arkasından 1971’de kolera çıktı. Bebek ölümleri, kızamık salgını, aşı… O kadar çok şey yaptık ki. O zaman sağlık bakanlığı daha iyi çalışıyordu gibi geliyor. Şimdi o kadar önem verilmiyor halk sağlığına. En önemlisi koruyucu hekimlik vardı. Şimdi onun meyvelerini topluyoruz. O zaman çok iyi çalışıldı. Halk bilinçlendirildi. Şimdi bu hastalıklar yine gündeme geliyor çünkü hem koruyucu hekimlik kalmadı hem sosyo-ekonomik koşullar çok kötü oldu. 1600 TL ile geçinen aile neyle beslenecek, ekmekle beslenecek.”

Ağır ceza

Tüm bu yılların içinde başına kötü olaylar da gelmiyor değil. Mesleğinin son günlerinde

2012 yılında bir poliklinikte muayene ettiği ve reçetesini yazıp gönderdiği hastaların kimliklerini kontrol etmediği için Ağır Ceza’da yargılanıyor. Tam 6 yıl süren yargılamadan aklanıyor ama meslek hayatını bu olayla anmak içine hiç sinmiyor. Ve o tarihten sonra bir daha doktorluk yapmıyor.

Dr. Biçen anlattıklarını “Bundan sonra benden fazla bir şey beklemesinler. Ben ancak kendime bakabiliyorum. Ama yetişen gençlik var, kendimi düşünmem olmaz. Ben 87 yaşımdayım ne olursa olsun diyemem, demek zorunda olmamalıyım. Bu yaşta kendimi düşünemem. Hoş hiçbir yaşta kendimizi düşünmememiz lazım. Herkes kendi branşında memleketini düşünmek zorunda.” sözleriyle tamamlıyor.