Ne yapmalı?

Paylaş:

Dr. Onur Naci Karahancı

ATO Yönetim Kurulu Üyesi 

 “Bizim eylemimizi ‘yükseltmek’ size düşmez, çünkü eylemden asıl yoksun olan sizlersiniz. Kendiliğindenliğe daha az boyun eğin ve kendi eyleminizi yükseltmeyi biraz daha çok düşünün baylar!”[1]…

İnsan hakları, demokrasi, emek ve barış mücadelesini yaptığımızı iddia ediyorsak özellikle yukarıdaki ikinci cümleyi görmeliyiz. Sürekli bir çaba içinde olmak emek, demokrasi, barış karşıtlarına muhalefet ördüğünü iddia eden bizlerin sorumluluğundadır. Kendiliğindenliği açarsak, var olan haksızlıklara/yeni eklenenlere karşı verilen, ideolojisiz mücadeleler diyebiliriz. Kendiliğindenciye de ideolojisiyle birlikte omuz vermemek; ama oradan medet umup teori parçalamak diyebiliriz.  Sonra bu kendiliğinden hareketlenmeler yok olup gittiğinde de arkasından methiyeler düzmek boşuna…

Sağlık tartışmalarına da eleştirel bakarsak: Hekimler olarak toplumdan/yanı başındaki sağlık emekçisinden kopmak; mücadeleyi döner sermaye, çok çalışma üzerinden kurmak da ( buradan nasılsa isyan eden çıkar demek de) aslında kendiliğindencilikten başka bir şey değildir. Sağlığı hastaneye sıkıştırmaya çalışan, kanımızı para için emenlere (bkz. son örnek şehir hastaneleri) karşı mücadele yalnızca hastanelerden verilemez. Sağlık mücadelesi de hastalığı önlemek ya da iyi etmek kadar dar olamaz.

İnsan kendi türcülüğüyle başladığı ayrımcılığa, ırkla, parayla, cinsiyetle, meslekle… devam edegelmiştir. Gerçekten hak, adalet mücadelesi veriyorsak bunlardan sıyrılmak da bizim sorumluluğumuzdadır. Doğanın bir parçası olarak nasıl yaşamalı, ne yapmalı diye sorarsak; sağlık kavramlarının ve bilimsel putların birçoğunu da bir anda yıkarız. Böyle olunca sağlıkta muhafazakarlaşmayı yalnızca dinin tıptaki dogmatik etkisi olarak göremeyiz. Toplumla paylaşmayıp yıllarca ulaşılmaz kıldığımız ‘bilimsel’ tıbba sarılmayı; bunu tartışılmaz kılmayı da muhafazakarlaşma tartışmalarının içine sokarız. Ki bu durumda TTB de dahil emek örgütlerinin ve toplumun sağlık ezberi bozulur. Bu özeleştiri ve ezberleri bozma sağlık emek örgütlerinin birçok dinamiğine iyi gelir/geliyor.

Bu sayede;

Şehir hastaneleri tartışmasını sadece trafik, karmaşa, özelleştirme gibi iktidarın çizdiği teknik sorunlardan çıkarırız , önerilerimiz reform önerisi halini almaz.

Şiddeti tartışırken, sadece hekime yönelik şiddet tartışmalarından sıyrılır ülkenin haline bakar; savaş kışkırtıcılarına inat barışı savunmaya başlarız.

Göçü sadece Suriye ve ‘ne olacak bu aşısız çocukların hali’ darlığıyla tartışmayız.  İç göçü, nedenlerini tartışırız.

Açız söylemlerimizi döner sermaye için değil; Sur’da, Cizre’de, Yüksekova’da evsiz kalanların açlığı için söyleriz. İşsiz kaldığı için son bir nefes(!) aç kalanlarımız için söz söylemeye başlarız. Neden açlıkla haykırmaya çalışıyorlar deyip, neden olanlarla mücadeleye başlarız.

Sokağa çıkmanın, iş seçmenin, politika yapmanın, doğaya saldırının arkasındaki erilliği ve şiddetini de görür; kadına yönelik fiziki şiddeti bile göremeyen halimizden sıyrılmaya çalışırız. Her alanda kadın oluruz, genç oluruz.

Sadece ‘bağzı’ şeyleri gündem yapıp ‘bana karada ölüm yok aman suya yaklaşmayım’ dersek bizi tsunamiler kovalar. En korunaklı gördüğümüz alanların çocuk havuzunda ayak şıpırdatırken her yanı  tsunamiler basar. Bu hal günü kurtarır ama geleceğimizi, çocuklarımızı kurtarmaz. Aysti elde, ayak havuzda tsunamiyle mücadele olmaz. Paçalar biraz çamur olacak. İdeolojik redingotlar çıkarılamıyorsa, bari tsunamiyle mücadele etmek için uğraşanlar rahat bırakalır?

Tsunami  gelmiş hastanelerimizi, sağlık ocaklarımızı basmış. Hastalarımızı kaybederken biz kurtuluruz nasılsa dersek insanlığımıza da hekimliğimie de… şaşırırım(!) İşin içinden çıkmak istiyorsak gerçekten, ne yapmalı diye sormalıyız kendimize…   “Kendiliğindenliğimize daha az boyun eğip” toplumla, doğayla birlikte, sağlığı hastaneden çıkarmalıyız; mücadelenin içinde olmalıyız… Bu yazdıklarımı özeleştiri olarak göremiyor, mücadeleyi siyasallaşmayı hakir görüyorsak  ‘Eferim oğlum Ehmet, sen bu kafayla devam et’. Bir de bu hale aynı kitap daha tıbbi(!) cevap vermiş, onu da yazayım bitireyim: “…bizim kendiliğindenliğe boyun eğme diye adlandırdığımız bir hastalığa tutulmuştur ve bu hastalık için her türlü ‘tedavi yöntemini’ reddetmektedir.”[2]

[1] V.İ.LENİN, Ne Yapmalı

[2] V.İ.LENİN, Ne Yapmalı