Okullar “Sağlıklı ve Güvenli” Olarak mı Açıldı?
Dr.Gülgün Kıran / TTB Okul Sağlığı Çalışma Gurubu
“Nergisten ben sorumluydum, ışığından ve çocuklardan
yanlış mı belledim, insan sorumluluktur. “
Gülten Akın
Eğitim sistemimizin pandemi ve ardından 6 Şubat depremi ile sistemsel ve fiziksel anlamda darbe alması ardından okul çocuklarının eğitimlerinin uzun süre kesintiye uğraması karşısında etkin çözümler üret(e)meyen Milli Eğitim Bakanlığından okulların açılması öncesi bu felaketlerden ders almış olarak sorun odaklı, yapıcı haberler/uygulamalar bekliyorduk. Şöyle ki ;
- Okulların fiziksel sorunları çözüldü. Derslik sayıları artırıldı. Covid yeni varyantının farkındayız. Çocuklarımız artık kalabalık sınıflarda ders yapmak zorunda kalmayacak ,
- Öğretmen atamalarındaki tıkanıklık giderildi, boş geçen ders olmayacak,
- Kızamık vakalarındaki artışa karşı eksik aşılı çocuklar tespit edilip aileler uyarılacak,
- Okul masraflarının el yaktığı süreçte kayıt ücreti alınmayacak, ailelere eğitim ödeneği verilecek
- Geçen dönem her 4 çocuktan birinin okula aç geldiği düşünülürse bu yıl okullarda bir öğün ücretsiz yemek verilecek,
- Deprem bölgesinde öğretmenlerin barınma, öğrencilerin derslik ve okula devam sorunları çözüme ulaştırılmış olacak,
- Psikoloik Danışman kadroları tamamlanacak, okullara okul hemşiresi ataması yapılacak diyebileceklerdi!
Oysa yanlış bellemişiz. Yokmuş böyle sorumluluklarımız.
Yaklaşık 21 milyon öğrencinin okula başladığı süreçte “Sağlıklı ve Güvenli Okul” koşullarına yönelik gündem beklenirken öğretmenlere beyaz önlük giydirilme zorunluluğu ana başlıktı.
Milli Eğitim Bakanlığı daha okullar kapanırken, haziran ayında Diyanet ile el ele vererek okullara “ÇEDES Projesi“ adı altında imam atanmasını onayladı. Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırılık taşıdığı gerekçesiyle Eğitim-Sen Şubeleri ile veli dernekleri tarafından tepki ile karşılanan projede görevlendirilen ve öğrencilerle birebir ilgilenecek din insanlarının pedagojik formasyonun olmayışı yanı sıra okulların açılmasına az süre kala birçok ilde derslik ihtiyacı varken, daha inşaatı tamamlanmamış, deprem sonrası yıkılmış ya da yıkılma kararı olan okulların sorunları çözülmemişken büyük bir kaynağın bu protokollerle heba edilmesi MEB kararlarının özünde bir dünya kavrayışı ve politik bakış olduğunun göstergeleri aslında. Öte yandan 25.000 civarı okulda psikolojik danışman kadrosu boş ve okul hemşiresi kavramının sözü bile edilmiyor. 68.000 olarak bildirilen öğretmen açığı için ise çözüm başka bahara bırakılmış ( Yeni bakan bahar ayları başında çözüm bulunacağını ifade etmiş!)
Çocukluk dönemi hem duygusal açıdan hem de dini gelişim açısından son derece kritik bir evredir. Bu dönemde, belli ilkeler ve prensipler çerçevesinde, çocuğun gelişim aşamaları göz önünde bulundurularak uygulanacak bilimsel temellere dayanan bir din eğitimi sağlıklı bir duygu ve inanç gelişimine imkân verirken; çocuğun gelişim düzeyine uygun olmayan, baskı ve zorlamaya dayalı bir din eğitimi çocuğu dinden uzaklaştırmakta, hatta bazı ruhsal sorunlara dahi yol açabilmektedir. Ayrıca, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS) çocuğun dinini veya inancını açıklamaya zorlanmamasını güvence altına almakta olup bu hakların ayrımcılık yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir. “ Manevi rehberlik” adı altında din görevlilerinin yapacağı eğitim ve uygulamaların ülkemizde ağırlıklı olarak Sünni İslam temel alınarak sunulması ile dini azınlıkları okulda toplumun geneline asimile olmaya sevk etme baskısı erken çocukluk döneminde kırılgan olan yaş gurubunda anksiyete ve korkuların kaynağı olabilecektir.
Okul çağı büyüme ve gelişmenin hızlanması, öğrenme ve kavrama işlevlerinin önem kazanması nedeniyle özel öneme sahip olup bu dönemde beslenme ayrı bir önem taşımaktadır. Bu dönem boyunca devlet çocukların okullarda beslenme programları ile sağlıklı beslenmesini, sağlıklı büyümesini sağlamalıdır. TUİK İstatistiklerle Çocuk 2022 Raporu’na göre; ülke nüfusunun %27’si çocuk nüfustan (0-17 yaş) oluşmakta. Çocuk nüfusun da dörtte üçü okul çağında (%29’u 5-9 yaş grubunda, %28’i 10-14 yaş grubunda ve %17’si 15-17 yaş grubunda). Bu raporda annelerden elde edilen bilgiler beslenme ile ilgili çarpıcı sonuçları açığa çıkarıyor. Geçtiğimiz eğitim yılında her 4 çocuktan birinin okula aç geldiği gerçeği ile birlikte bu rapordaki veriler bize çocuğun büyümesi ve gelişimi için, sağlıklı bir birey olarak yetişmesi için gerekli gıdalara ulaşamadığını, nitelikli gıdanın yerini karbonhidrat ağırlıklı ve daha ucuz beslenmenin aldığını göstermekte. Bu nedenle çocukları hem nitelikli besine ulaştıracak hem de çocukların sağlıklı beslenme davranışı kazanmasını sağlayacak bir eğitim ortamı içinde okul beslenme programlarının Sağlık Bakanlığı ile birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncelikleri arasında olması gerekiyor
Yeni Milli Eğitim Bakanı yeni dönemde obezite mücadelesi programına dikkat çekse de, bir çocuğun yeterli besin öğelerini uzun bir süre boyunca alamamış olduğunu gösteren bodurluk sorununa hiç değinmemiş! Oysa ülkemizdeki çalışmalar beş yaş altındaki çocuklarımızın yüzde 6’sının bodur ve yüzde 1,5’inin ise ciddi şekilde bodur olduğunu göstermekte. 2018 yılında yapılan bu çalışmanın verilerine göre 0-4 yaş aralığında yaklaşık 350 bin çocuğun bodurluk; 90 bin çocuğun ise ciddi bodurluk sorunu yaşadığını görüyoruz. Bu tablo, yaklaşık 100 çocuğumuzdan altısının uzun süreli bir açlık ve kötü beslenme ile okula başladığının göstergeleri aynı zamanda.
Okul Sağlığı, öğrencilerin ve okul personelinin sağlığının değerlendirilmesi, geliştirilmesi, sağlıklı okul yaşamının sağlanması ve sürdürülmesi, öğrenciye ve dolayısıyla topluma sağlık eğitiminin verilmesi için yapılan çalışmaların tümü olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 2,3 milyar, ülkemizde 21 milyon civarı okul çocuğu zamanlarının üçte birini okulda geçirmektedir. Okullar aynı zamanda çocukların ve ergenlerin sağlıklı yaşam tarzını öğrenebildikleri ve bazı durumlarda ise hastalıklarının, gelişme bozukluklarının erken tanı aldığı yerlerdir. Dünyada okul sağlığı programlarının uygulanmaya başlanması 19. yüzyılda başlamış ve 20. yüzyılın ilk yıllarında gelişmiş ülkelerde okul sağlığı uygulamaları rutin hizmet kapsamına alınmıştır. Türkiye’deki gelişmelere bakıldığında ise; okul sağlığı hizmetleri görev tanımları ve iş yükleri çok yoğun olan Aile Sağlığı Merkezleri ile Toplum Sağlığı Merkezleri arasında paylaşılmış durundadır. Türkiye’de ‘Okul Sağlığı Hizmetleri’ ile ilgili yasal bazı düzenlemeler olmasına karşın bu hizmetin yeterli bir şekilde verildiğini söylemek zordur. 2016 yılında MEB ve SB arasında imzalanmış olan “Okul Sağlığı İşbirliği Protokolü” ile okul sağlığı çalışmalarının amacı, kapsamı belirlenmiş olup uygulama konusunda Sağlık Bakanlığı’na ve Milli Eğitim Bakanlığı’na ayrı yükümlülükler verilmiştir. Sağlık Bakanlığı yükümlülükleri kapsamında Aile Hekimlerine atfedilen okula kayıt muayeneleri, periyodik muayene ve izlemler, hastalık taramaları, eğitimler, aşılamalar, çevre sağlığı hizmetleri ne yazık ki personel, ekipman, zaman eksikliği nedeni ile yeterince karşılanamamaktadır. Gerekli yasal düzenlemelerin yeniden gözden geçirilerek sorumluluk tanımlarının belirginleştirilmesi ve okullara atanacak okul hemşiresi, okul hekimi gibi yetkin kadrolarla okul sağlığı hizmetlerinin daha uygulanabilir ve nitelikli hale getirilmesi gereklidir. Sağlıklı bir eğitim öğretim ortamının oluşması için okullarda okul hemşiresi bulundurulması şartı ülkemizde 1949 yılından itibaren uygulanmaya başlasa da Okul Hemşireliği Sertifikası bulunan hemşireler ağırlıklı olarak özel okullarda çalışmaktadır. Kamuda ise pansiyonlu ve yatılı okullar dışındaki okullarda, genellikle okul hemşiresi bulunmamaktadır Halk Sağlığı ve Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin önemini çarpıcı şekilde ortaya koyan Covid-19 Pandemisi sürecinde bu kadroların eksikliği ve okul sağlığı hizmetlerinin yerleşmemiş olması da okulların uzun süre kapalı tutulmasında, öğrencilerin 1,5 yıl eğitimden uzakta kalmasında rol oynamıştır. Kapıda bekleyen yeni varyantlar, beslenme bozuklukları, insidansı artan diyabet gibi kronik hastalıkların izlemi ve etkin okul sağlığı uygulamaları açısından bu kadroların oluşturulması ve atamaların yapılması din adamı atamalarından çok daha öncelikli temel ihtiyaçlar olarak karşımızda durmaktadır.
Öğrenciler arasındaki bağımlılıkla mücadele, akran zorbalığı, şiddet, istismar ve çeşitli psikolojik sorunlar okuldaki psikolojik danışma ve rehberlik servisi tarafından takip edilmekte, gerekli durumlarda öğrencinin tıbbi yardım alması sağlanmaktadır. Öğrenci sağlığı konusunda kritik bir öneme sahip olan psikolojik danışma ve rehberlik öğretmeni kadrolarındaki açığın da Milli Eğitim Bakanlığı tarafından göz ardı edilmiş olması da bakanlığın politik temelli bakış açısının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Eğitimin bütün kademelerinde niteliği yükseltmek, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesini sağlamak için somut, sorun odaklı adımlar atılması gerektiği açıktır. Siyasi amaçlı kararlarla, dini egemen tek bir inanç sistemine indirgeyen eğitim programları çocukların “sağlıklı bir şekilde biyofizyolojik, bilişsel, sosyal ve moral gelişim gösterme ve kaliteli eğitim alma” haklarını ihlal etmektedir.
Çocuklar ve tüm toplum için her tür ideolojik dayatmadan uzak, çocuğun üstün yararının, insan toplum ve doğa yararının esas alındığı bilimsel nitelikli eğitim sağlıklı zihinsel, fiziksel ve sosyal gelişim için esastır.
Her yönüyle çocukların sağlıklı gelişimini destekleyecek ve toplum sağlığını geliştirecek okul sağlığı uygulamaları tüm yurttaşlara eşit, parasız ve kamusal bir hizmet olarak sunulacak 1. Basamak sağlık hizmetleri kapsamında yeniden düzenlenmelidir.