Pandemi zamanında kadın olmak

Paylaş:

Dr. Gözde Çeliksöz, Dr. Laleş Tunç, Dr. İncilay Erdoğan 

Bu yazıda kadın bir hekim olarak pandemi ortamında hekim olmanın zorluklarından bahsetmek yerine pandeminin genci, yaşlısı, bekarı, evlisi, çalışanı, çalışmayanı lgbti+ olanı tüm kadınların günlük hayatında nasıl bir değişime yol açtığından bahsetmek istedim. Çünkü kadın olma halimin, hekim olma halimden daha çok hayatımı anlattığını düşünüyorum. O yüzden yazımı pandemi ve savaş koşullarında kadın olmak üzerine yazmak istedim. Çünkü ülkemizdeki kadınlar sadece pandeminin yarattığı kaygı ve zorluklarla mücadele etmiyorlar aynı zamanda büyük bir çoğunluğu göçmen olmanın, savaşta olmanın, çatışma halinde yaşamanın ve ekonomik zorluklarla mücadele etmenin de harmanlanmış bir deneyimini yaşıyor. Toplumsal cinsiyete dayalı “şiddetin sürekliliği”ni kavramsallaştıran Cockburn, savaş ve barış zamanlarındaki farklılaşan kadına yönelik şiddet biçimlerine dikkat çeker. Savaşın etkisiyle şiddetlenen toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ekonomik şiddetten kaçan sığınmacı kadın ve lgbti+’ların görünmezliği erkek şiddetini besler. Çoğu kadın, iş ve barınma için ekonomik kaynaklara daha fazla sahip olan erkeklerden medet umar. Tam güvencesizlik içerisinde çalışmaya itilme, sınır dışı edilme korkusu, kadınları patron vd. erkeklerin cinsel saldırılarına karşı sessiz kalmaya zorlar(1).
   Evde kal çağrısıyla birlikte evde kalan erkeklerin kadınlara daha fazla şiddet uyguladığını biliyoruz. Yapılan çalışmalar Çin’de pandemi öncesine göre ev içi şiddet olaylarının 3 kat arttığını gösteriyor. Ev içi şiddetle ilgilenen örgütler zorunlu olarak birlikte zaman geçirme, ekonomik sıkıntılar ve korkunun ev içinde gerilimi ve şiddeti tetiklediğini söylüyor(2). Aynı zamanda savaş ve pandemi zamanlarında daha doğrusu olağanüstü hal ilan edilen durumlarda kadınların gördüğü şiddet artarken yardım kaynaklarına ulaşmak daha da zorlaşıyor. Çin’de kadın sığınma evleri pandemiyle mücadele döneminde evsizler için sığınaklara dönüştürülmüş bu da zaten yetersiz olan imkanların daha da ulaşılmaz hale gelmesi demek(2). Bu dönem yaşlı bakımından da sorumlu olan kadınların kadın sığınma evlerine sığınma motivasyonunu azaltıyor bu da ev içi yükünün artması yetmezmiş gibi daha uzun süre şiddete maruz kalmasına yol açıyor. DSÖ tarafından Yakın Partner Şiddeti (YPŞ) pandemik boyutta bir halk sağlığı sorunu olarak tanımlanır. Düşük, orta, yüksek gelir düzeyindeki tüm ülkelerde, kadınların yüzde 30-45’i Yakın Partner Şiddeti yaşıyor. Türkiye’de de yakın partner şiddetinin artacağını öngörebiliyoruz. Ülkemizde pandemi öncesine göre yakın partner şiddetini kıyaslayan bir çalışma henüz yok o yüzden o rakamlarla değerlendirme yapamıyoruz.
   Evde kal çağrısı kadına yönelik şiddeti arttırmakla kalmadı aynı zamanda kadının ev içi görünmeyen emeğini daha da görünmez hale getirdi ve kadının omuzlarındaki yük her zamankinden daha çok arttı. Bu başlığı incelerken biraz daha az söz edilen ancak İstanbul Sözleşmesinde’de tanımlanan ekonomik şiddet penceresinden bakmak gerekiyor. Kadınlara karşı şiddeti bir insan hakları ihlali olarak ele alan çalışmaların çoğu şiddetin fiziksel, cinsel, psikolojik belirtilerle açığa çıkma biçimlerine odaklanmıştır. Ekonomik şiddet, kadınları bağımlı ve yoksul hale getiren yaygın bir şiddet türü olmasına ve diğer şiddet türlerinin temelinde yer almasına rağmen tarihsel olarak az çalışılmış, ihmal edilmiştir (4). 

   Ekonomik şiddetin özgün niteliği ise boşanma sonrasında devam edebilmesi, mağdurlar için ekonomik istismarı durdurmanın bu nedenle daha zor olması. Ortalama nafaka miktarlarının asgari ücretin 1/7 si olduğu ve bununda genelde ödenmediği biliniyor. Normal şartlarda ödenmeyen nafakaların bu şartlarda ödendiğini düşünmek en basit haliyle saflık olur. Aynı zamanda kadınların erkeklere göre daha fazla esnek ve yarı zamanlı çalıştığını biliyoruz. Okulların ve kreşlerin tatil olmasıyla birlikte evdeki çocuk ve yaşlılara bakmak zorunda olan kadın büyük ihtimalle esnek çalışma saatlerine dahi uyum sağlayamayıp işinden istifa etmek zorunda kalıyor. Ayrıca pandeminin yarattığı ekonomik krizle birlikte derinleşen işsizlik sorunuyla birlikte azalan iş imkanları için kadınların daha fazla mücadele etmesi gerekiyor ve kadınlar aynı işe daha düşük ücretler almayı kabul etmek zorunda kalıyor. Tek ebeveynin kadın olduğu ailelerde bu durum tüm ailenin ciddi bir ekonomik sıkıntıyla karşı karşıya kalması demek oluyor. Çift gelirli ailelerde ise daha az kazanan genelde kadın olduğu için kadının evdeki çocukların bakımı için işten ayrılması daha olası görünüyor bu da pandemi gibi kriz zamanlarında kadının ev içi görünmeyen emeğinin daha da arttığını ve daha da güvencesizleştiğini gösteriyor ve kadını yakın partner şiddetine daha açık hale getiriyor. Ekonomik şiddet zaman yoksulluğuyla birlikte kadınların bitmeyen mesaili “yaşam tarzı” içinde gizleniyor. 
   Küresel olarak, kadınlar evde erkeklerden üç kat daha fazla ücretsiz bakım işi yapıyorlar. 15 yaş üstü kadınların ücretsiz bakım emeğinin küresel karşılığı yılda 10,8 trilyon dolar ile teknoloji endüstrisinin üç katı, üstlenilen ücretsiz bakım sorumlulukları yüzünden ücretli emek gücüne dahil olamama oranı yüzde 42’dir.(4) Kadınlara yönelik ekonomik şiddetin tüm dünyada hem yaygın hem de “görünmez” olması toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle ilgilidir. Türkiye’de ekonomik şiddetin yaygınlığı yüzde 30-40 olarak bildirilir. Türkiye’de kadınların tek başına ya da birisiyle ortak ev sahibi olma oranı yüzde 18, toprak ya da arsa sahibi olma oranı yüzde 9 (TNSA 2018). Cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği oranı yüzde 20’dir, lise altı eğitimlilerde bu oran yüzde 40’a kadar çıkar. Yönetici pozisyonunda kadın oranı yüzde 16, emekli maaş farkı yüzde 30’dur (TÜİK 2019).Lgbti+ olmak, ırk, HIV durumu, engellilik, mültecilik gibi ayrımcılık zeminleri kesiştiğinde kadınların ekonomik şiddete maruz kalma riski katlanır.
   İş dünyasında, eşdeğer işe eşit olmayan ücret, daha fazla çalışıp daha az para ödenmesi, iş sözleşmesinin dışında karşılıksız çalıştırılma, kadın işi erkek işi ayrımı yapılması, terfi kanallarının kapalı tutulması, sigortasız ve her an işsiz kalma riskiyle çalışmak zorunda bırakılma, işyeri cinsel tacizi, işyeri psikolojik tacizi, kayıt dışı sektöre ve esnek, yarı zamanlı, ev eksenli çalışmaya itilme, sözleşmelerle hamilelikten men edilme, hamilelik durumunda işten çıkarılma ve benzerleri kadınların deneyimlerine göre cinsiyetçi ayrımcı gelenek ve yasalar da ekonomik şiddet biçimleri arasında sayılır. Biz kadın hekimler olarak bu ayrımcılıkların bir kısmından “hekim olma “ kimliğimizle sıyrılsak da bunların büyük bir çoğunluğuna da maruz kalıyoruz. Pandemiyle birlikte sağlık imkanları var olan sağlık hizmeti talebini karşılayamadıkça ortaya bir gerilim çıkması ve bu geriliminde kendini sağlık çalışanına şiddet olarak göstermesi muhtemel. Sağlık çalışanlarına şiddet ile ilgili yapılan çalışmalar en çok şiddet gören kesimin acil servis gibi bu gerilimin en yüksek olduğu yerlerde çalışan kadın hekimler ve kadın hemşireler olduğunu gösteriyor. Bunun dışında geriatri ve psikiyatri servisleri gibi kapalı servislerde yine kadın hekim ve hemşirelere yönelik şiddetin daha fazla olduğu raporlanmış.“Normal” zamanlarda dahi sağlık çalışanına şiddete yönelik düzgün bir cezalandırma yokken pandemi durumunda hastanenin tüm yönetim tabakası bunu acil olmayan, olabilecek bir durum gibi görüp şiddet gören sağlık çalışanının duygusal olarak da yalnız hissetmesine yol açıyor. 
   İş yerinde iş yükünün ciddi arttığı bu günlerde kadın sağlık çalışanları aynı zamanda okula gitmeyen çocukları, evden kalan eşleri, bakım gerektiren yaşlı anne babaları ile de ilgilenmek zorundalar. Covid-19 ve diğer salgınlar sırasında tüm bu işleri yaparken hastalanma ya da evdekilere bulaştırma kaygısı bazen durumu daha da içinde çıkılmaz hale getiriyor. Tek ebeveyn olarak yaşayan kadın sağlık çalışanları için nöbet usulü çalışmak yeterince zorken izolasyon nedeniyle bakımverenlerini de kaybettikleri için işler içinden çıkılmaz hale gelmektedir. Sağlık Bakanlığı ve diğer devlet kurumlarının sağlık çalışanlarının durumunu iyileştirmek için yaptığı hamlelerin hiçbiri toplumsal cinsiyetçilik perspektifinden yapılmadığından kadın sağlık çalışanlarının yukarda bahsi geçen sorunlarına çözüm üretemiyor.
   Birleşmiş Milletler Kadın Komisyonu bu salgın döneminde tüm devletlerin karar süreçlerinde göz önünde bulundurması gereken bir seri öneri yayınladı.Öneriler su şekilde;
•    Farklı enfeksiyon oranları, farklı ekonomik etkiler, farklı bakım yükü ve aile içi şiddet ve cinsel istismar vakaları da dahil olmak üzere, cinsiyete göre ayrıştırılmış verileri tutulmalı
•    Müdahale ekiplerinde toplumsal cinsiyet uzmanlığı geliştirmek için toplumsal cinsiyet uzmanları müdahale planlarına ve bütçe kaynaklarına dahil edilmeli
•    Örneğin, sağlık ve bakım çalışanları için kadın dostu kişisel koruyucu ekipmanlara ve hijyen ürünlerine erişimi ve bakım yükü olan kadınlar için esnek çalışma düzenlemelerini iyileştirerek, müdahalenin ön saflarında kadınlara öncelikli destek sağlanmalı
•    Müdahale ve uzun vadeli etki planlamasında karar verirken, kadınların sürece eşit şekilde dahil edilmeli
•    Halk sağlığı mesajlarının kadınları doğru bir şekilde hedeflemesi sağlanmalı.
Salgının özellikle kadınlar üzerindeki ekonomik etkisini hedefleyen azaltma stratejileri geliştirilmeli ve kadınların dayanıklılığı artırılmalı
•    Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetleri dahil olmak üzere kadınlar ve kız çocukları için temel sağlık hizmetleri sağlanmalı.
•    COVID-19'dan etkilenen topluluklarda cinsiyete dayalı şiddete karşı önlem ve müdahale hizmetlerine öncelik verilmeli.

   Görünmez Kadınlar isimli kitabında Caroline Criado Perez, Zika ve Ebola salgınları sırasında 15 binden fazla hakemli dergide 29 milyon makale yayımlanırken, bunların yüzden 1’den azının salgını toplumsal cinsiyet bağlamında incelediğinin altını çiziyor(3). 21.Yüzyılda bu pandemi gibi daha birçok küresel salgın ve doğal afetle mücadele etmemiz gerekecek. Bu salgın beklenmedik olmadığı gibi doğa talanının ve küresel sermayenin hırslarının önüne geçmezsek diğer salgınlar ve afetler de sürpriz olmayacak. Ancak pandemi ve diğer olağanüstü durumlarda genel olarak devletlerin ve erkek araştırmacıların takındığı  ”kadın meselesinin tali olma“ önyargısından sıyrılıp bir an önce bu yöndeki eksikliği gidermenin tüm kadın örgütlerinin ve kadın araştırmacıların önüne koyması gereken acil bir iş olduğunu düşünüyorum. 
   Şu anda yapılanlar bugün ve gelecekteki salgınlar sırasınca milyonlarca kız çocuğu ve kadının hayatını derinden etkileyecektir. Haydi eşitlik için mücadeleye!