Salgın Döneminde Çalışma Hayatındaki Hak İhlalleri

Paylaş:

Dr. Arif Müezzinoğlu

İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Komisyonu Üyesi

Meslek hastalığı, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında ‘mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalık’ olarak, 5510 sayılı yasada ise ‘çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı hastalık’ olarak tarif edilmektedir. Bu tanım içinde bulunduğumuz dönemde tam da gerektiği gibi yorumlanarak, sağlık kuruluşlarında Covid-19 tanısı alan sağlık çalışanlarının ‘Meslek Hastalığı’ (MH) bildirim süreci de başlatılıyordu. Formlar doldurulup SGK’nın ilgili birimlerine gönderilmesi devam ederken 07.05.2020 tarihinde SGK tarafından, Covid-19 vakalarının MH sayılmayacağını, bulaşıcı hastalık olarak tanımlanması gerektiğini bildiren bir genelge yayınladı. Bir süre daha birimlerde ilgili formlar doldurulmaya devam edildi, tanı almış ya da şüpheli hastayla temas öyküsü, öksürük, hapşırık, vücut sıvısı sıçraması vs. takibinde Covid-19 gelişenlerin MH formu dolduruldu ama SGK’ya gönderilmeden bu konuda ne yapılacağını anlamak için yazışmalar yapıldı. Sonuç olarak artık bu süreç işlemiyor, bildirim de yapılmıyor. Genelge herhangi bir sektör, çalışma alanını tarif etmiyor, tüm çalışanları kapsıyor. Covid-19’la mücadelenin ön cephesindeki sağlık çalışanlarının bu hastalığa yakalanmaları sonrasında bunun MH olarak kabul edilmemesi, iskelede çalışırken düşen bir inşaat işçisinin hastaneye geldiğinde iş kazası sayılmamasından hiç bir farkı yoktur. Salgının başından beri bizim ülkemizde ve tüm dünyada Covid-19 hastalığına sağlık çalışanları toplumun diğer kesimlerine göre yaklaşık 10 kat daha fazla yakalanmaktadırlar. Dünya Çalışma Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü’nün Covid-19 hastalığının meslek hastalığı olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin değerlendirmeleri vardır. İtalya gibi bazı ülkeler iş kazası olarak, Almanya gibi bazı ülkeler MH olarak kabul ettiler. Bazı ülkelerde sağlık çalışanlarının dışında topluma göre artmış mesleki riskin olduğu sektörlerin çalışanlarının hastalıkları da MH kabul edildi. Sonuç olarak bütün kıtalarda, dünyanın pek çok yerinde 130’a yakın ülkede başta sağlık çalışanları olmak üzere kargo çalışanları, süpermarket çalışanları, güvenlik görevlileri gibi bazı iş kollarında mesleki maruziyet tanımlaması sonucu MH olarak kabul edildi.

Pandeminin başlangıcından bu güne  'Hayatı eve sığdırmaya' ilişkin yapılanlara karşın işyerleri açık tutuldu ve tüm alanlarda üretim faaliyetleri sürdü. Çalışanların büyük kısmının bu dönemi sağlığını evinde kalarak korumak gibi bir seçeneği olmadan, çalışarak, işyerlerinde geçirmeleri durumu var.  Sağlıkları ile işleri arasında tercih yapmaya zorlanmalarının sonucu çalıştıkları gerçeğiyle, bu dönemde Disk’in yaptığı araştırmaya göre topluma göre 3 kat daha fazla bu hastalığa yakalanan çalışanların ulaşım koşulları da dahil olmak üzere bir bütün olarak çalışma faaliyetleri sırasında tanı almalarının da MH olarak tanımlanması gerekmektedir.

Son olarak geçtiğimiz ayın ortalarında Meclis Komisyonu’nda partiler tarafından bu konuda bir mutabakat sağlandı ama kanun metni Komisyon’a henüz getirilmedi. Covid-19’un sağlık emekçileri için meslek hastalığı olması için önce kanun metni hazırlanıp komisyona getirilmeli, burada onaylanmalı ve ardından da Meclis Genel Kurulu’na getirilerek kabul edilmeli. Nasıl bir içeriğe sahip olacağı ve ne zaman adım atılacağı belli değil. Biz bu sürecin takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Kamu çalışanları için salgın döneminde idare izne esas olacak kronik hastalıkları belirledi ve bu hastalığı olanların ve 60 yaş üstü kamu çalışanlarının belli istisnalar dışında idari izinleri halen sürüyor. Oysa özelde bu düzenleme hiç yapılmadı. Bu duruma özel sektörde sadece büyük, kurumsal firmalar uyum sağladılar ama onların da büyük çoğunluğu bunu idari izin olarak düzenlemeyip, çalışanın özlük haklarının kullanılmasıyla izinli sayılmasını sağladılar. Kronik hastalığı olan çalışanların büyük çoğunluğu bu salgın döneminde yüksek risklere rağmen çalışmaya devam etmek zorunda kaldı.

Covid-19 olgusu tespit edildiğinde temaslılara yönelik yapılması gerekenler ilgili rehberlerde ayrıntılı olarak tarif ediliyor. Tanı almış kişinin temas durumu incelenerek bir tasnif yapılıyor. Testin sonucuna göre değişmek kaydıyla ‘Yakın temaslılar’a ve ‘Temaslılar’a farklı prosedürler uygulanıyor. Belirlenmiş sürelere uyulmak üzere, ‘Yakın temaslılar evde, ‘Temaslılar kontrol önlemleriyle çalışmasına devam ettirilerek, izleme alınıyor. Bunlara test yapılması halinde bile bu karantina biçimleri ve süreleri değiştirilemiyor. Buradaki amaç bunların her birinin olası Covid-19 olması ve dolayısıyla bulaştırıcılıklarının önlenmesi ile toplumun ve elbette işyerindeki çalışma arkadaşlarının korunmasıdır. Geçtiğimiz dönemde Çanakkale’de Dardanel fabrikasında gerçekleşmiş (+) vakaların ve tüm temaslılarının işyerinde tutulması, evlerinde karantinada ve izinde olan çalışanların da fabrikaya çağrılarak, üretimin devam ettiği bir biçimde karantinanın işyerinde sürdürülmesi uygulamasıyla işyerindeki çalışanların korunması, bulaşın önlenmesi söz konusu olamaz. Bu uygulamanın rehberlerde açıkça tarif edilen prosedürlerin dışında bir uygulama olduğu ve çalışan sağlığı için kabul edilemez bir uygulama olduğu çok açıktır.

Başından beri bütün değerlendirmelerimizde bu salgınla mücadelenin toplumun sağlık gerekçelerine göre değil sistemin taleplerine uygun olarak yürütüldüğünü söylüyoruz. Daha da ötesinde bir fırsat olarak görüldüğünün bir işareti olarak MÜSİAD'ın izole sanayi bölgelerini tarif ettiğini biliyoruz. Çalışanlarda hastalık tespit edilmesi sonucu fabrika yönetiminin, ‘kapalı devre çalışma sistemi’ adı altında 14 gün süreyle fabrikada tutulması kararının Umumi Hıfzısıhha Kanununa dayandırıldığı söylenmektedir. Oysa Umumi Hıfzıhssıhha Kanununa göre karantina sağlık merkezlerinde, sıhhi koşulları taşıyan merkezlerde ya da evlerde uygulanabilir, virüs görülmüş işyerlerinde değil. Karantina altına alınmış birisinin karantina mahallinde çalışmaya zorlanması insan haklarına aykırıdır. 6331’e de aykırıdır. ‘Kapalı devre çalışma sistemi’ iş yasasının, çalışma süreleri, hafta tatili hakkındaki düzenlemelerine de aykırıdır. Bu uygulamanın İl Hıfzısıhha Kurulu'nun ilgili katılımcılarının kararıyla gerçekleşmesi çok vahimdir. Devlet desteğini arkasına alan şirketlerin karşısında, işçileri savunmasız ve güçsüz bırakan uygulamalar yaygınlaşırken, sağlık ve çalışma mevzuatında olmayan bu uygulama ‘çalışma kampları’nı düşündürmektedir ve açıkça işim mi, sağlığım mı ikileminde bırakılan çalışanların çaresizliğinin istismarıdır.

  

Geçtiğimiz ağustos ayında Manisa Organize Sanayi Bölgesinden ve buradaki Vestel fabrikalarından gelen COVID-19 salgın haberleri üzerine, Manisa’da Organize Sanayi Bölgesi başta olmak üzere üretim alanlarında bu sorunu değerlendirmek üzere TTB tarafından oluşturulan bir heyet şehirde ilgili taraflarla yaptığı görüşmeler sonrasında bir rapor yayınlamıştır. Bu işyerlerinde COVID-19 salgınını tetikleyen faktörler ve alınması gereken tedbirlerde meydana gelen eksiklikler ifade edilirken diğer yandan üretim sürecinin kendisinin, enfeksiyonun bulaşması için uygun bir ortam hazırlaması üzerinden değerlendirmeler yapılmıştır. Bunun gibi örneklerin haberleri memleketin her yerinden gelmektedir. Servislerle ya da toplu taşıma ile ulaşımın kalabalık bir biçimde sağlandığı, zorunlu fiziki mesafeye uyulamayan soyunma odalarında, kalabalık vardiyalar halinde çalışma ile belirtisiz hasta çalışanlardan bulaşın engellenemediği, büyük oranda (+) vakaların, çok sayıda temaslıların olduğu işyerlerinde Çalışma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı duruma müdahale etmelidir. Bu işyerleri belli sürelerle kapatılmalı, salgının tümüyle kontrol altına alınmasından sonra üretime devam edilmesi sağlanmalıdır. Yapılması gerekenler, koruyucu işçi sağlığı ve güvenliği  koşullarının sağlanamadığı işyerlerine kamu otoritesinin yaptırım uygulaması kapsamında mevzuatımızda tanımlanmıştır.

Yukarda anlatılan Covid-19 salgın döneminde çalışanların yaşadığı hak ihlalleri salgın dönemi öncesi çalışma hayatını düzenleyen mevzuatın artık uygulanmadığını ya da yeni bir çalışma mevzuatı oluşturulmaya başlandığını göstermektedir. Ekim ayında Meclise sevk edilen 43 maddelik yasa teklifinin maddeleri tam da bunu anlatmaktadır. Gerekçesinde sosyal devlet ilkesine dayanan bir yasa olduğu ifade edilmekle birlikte, bu yasanın başlıklarına bakıldığında işçiyi değil işvereni koruyan, işçi haklarını sınırlandırmanın koruma olarak belirtildiği bir yasa teklifi olduğu görülmektedir. Bu teklife göre: Kayıt dışı çalıştırmaya af ve ödüle ek olarak kayıt dışı çalıştırılmış işçiler kayıt dışı çalıştırıldıkları döneme ilişkin haklarından feragat etmeye zorlanmaktalar. Emeklilik hakkı sınırlandırılan bir çalışan grubu oluşturulmaktadır. Güvencesiz çalışmanın ve kıdem tazminatından yoksun kalmanın yasal çerçevesi oluşturulmaktadır. Böylece yaşa dayalı olarak ikinci sınıf işçilik yaratılacak ve yeni bir taşeron işçilik faciasının yolu açılacaktır. Emek piyasası esnekleştirilecek çalışanların ciddi hak kayıplarının mevzuatı oluşturulacaktır. Emek cephesinin bir bileşeni olarak sağlık çalışanlarının buna sessiz kalmaması gerektiği açıktır.