Tek Ebeveyn Doktor Annenin Pandemi Mücadelesi

Paylaş:

Dr. Ceren Göker

Küçücük bir çocukken iki hayalim vardı: Doktor olmak ve bir kız çocuğu annesi olmak. 1998'de Ankara Tıp'tan mezun olduğumda dünyanın en mutlu insanı olmuş, kendi kendime şu 24 yıllık ömrümde yaptığım en güzel şey doktor olmak diye düşünmüş ve kendimle gurur duymuştum. Sağlıkta Dönüşüm Politikaları, diplomama Sağlık Bakanlığı'nın el koyduğu mecburi hizmet süreci, özel hastanelerde emeğimin sömürüldüğü 2.5 yıl, hatta memlekette sağlık çalışanlarına yönelik giderek artan şiddet bile bu fikrimi değiştiremedi. Ancak 40 yaşında kızımı evlat edinip anne olunca yaptığım en iyi şeyler listesinde anne olmak, doktor olmanın önüne geçti. Pandemiye kadar hem annelik, hem de doktorluk zor da olsa dünyanın en keyifli uğraşlarıydı benim için. Hastalarımın memnuniyeti en büyük mesleki tatminimdi, kızımın varlığı ve sevgisi ise en büyük neşe kaynağım, yaşama amacım... 

Derken Aralık 2019 itibariyle dünyayı sarsan Covid-19 pandemisi Mart 2020'de ülkemizde de patlak verdi ve hayatım, herkesinki gibi, birden bire tepe taklak oldu. 13 Mart'ta okullar kapandı ve çocuklara sokağa çıkma yasağı geldi, bunu 65 yaş üstüne gelen sokağa çıkma yasağı takip etti. Böylece ben kızım konusunda en büyük desteğim olan 65+ annemle yengemden ve çalışırken çocuğumu gözüm kapalı emanet ettiğim okuldan mahrum kalmış oldum. Hükümetin, bu ülkenin küçük çocuklu annelerini, yalnız yaşayan/kimsesiz yaşlılarını ve hatta pandemide ön cephede savaşacak olan doktorlarıyla diğer sağlık çalışanlarını umursamıyor olmasına hiç şaşırmasam da bu kadar düşüncesizce kararlar verilmiş olmasına isyan ettim. Bari hastalarım benden mahrum kalmasın, her gün kızımı muayenehaneme götüreyim ki çalışabileyim diye devlete başvurdum. Tek talebim her sabah kızımla işe gidip her akşam onunla eve dönmekti. Seyahat İzin Komitesi'nde onlarca kişiyle birlikte, sosyal mesafe kuralına uymayan bir kalabalığın içinde saatlerce bekledikten sonra elime bir not kağıdı tutuşturuldu. Notta el yazısıyla “5 yaş evden çıkamaz” yazıyordu, nokta! Dolayısıyla kızımla 2 ay 3 hafta sürecek olan ev hapsi maceramız resmen başlamış oldu. Başlangıçta hastalarımı ne yapayım, kızıma nasıl bakayım, onu nasıl oyalayayım, sayfalarca ödevi yaptırayım mı yoksa boş mu vereyim, evimi temizleyeyim mi yoksa pis mi kalsın, annemi görmek için çocuğu evde yalnız mı bırakayım yoksa annemi yalnız mı bırakayım bilemedim. İki hafta felç olmuşçasına evden hiç çıkmadan kızımla oynadım, internetten aktiviteler bulup bir uğraş öğretmenine dönüştüm, anaokulu öğretmeni gibi kızıma çalışmalar yaptırdım. Bu sürecin hemen başında hastalarıma mesaj atmış ve onlara bir süre yüz yüze görüşmeler yapamayacağımı, 2 hafta sonra da evden online terapilere başlayacağımı bildirmiştim. İki haftanın sonunda kızımın anaokulunun online eğitimi başladı, benim de hastalarımın online görüşme talepleri giderek arttı. 5 yaşına kadar eline tablet/telefon almamış, bilgisayar başına oturmamış kızıma mecburen bilgisayar kullanmayı öğrettim. Online ders çilesini bu yazıyı okuyan tüm anneler (ve bazı babalar) bilir, oraya hiç girmeyeceğim çünkü bence o başlı başına bir yazı konusu olmalı!

Covid-19 herkesin ruh sağlığını bozdu ama en çok da psikolojik rahatsızlığı olanları etkiledi. Kompanse olan sorunlar dekompanse hale geldi. Yıllardır remisyonda olan hastalarımın şikayetleri tekrar başladı ve iyileşmekte olanlar gene kötüleşti. Tüm toplum regrese olduğu için de (tuvalet kağıdı stoklamak ne de güzel bir örnektir buna) terapistten talepler, çocuğun annesinden talepleri misali, iyice arttı. Küçücük çocukla tek başıma ev hapsindeki bendeniz, online terapilere Nisan'dan itibaren mecburen başladım. Günde maksimum 3 hasta görmeye özen gösterdim, görüşmeler sırasında da Yağmur'a oyalansın diye mecburen televizyon izlettim. Tabii ki hasta görüşmeleri sırasında kızım sık sık çalışma odama geldi, bazen hastalarımla sohbet etti, bazen odadan çıkmayacağım diye tutturdu, bazen kedimiz Şans'ı kucaklayıp onu hastalarımla tanıştırdı, bazen acıktı, bazen susadı, bazen de çok sıkıldı ve “Anneeeee hasta görüşmen ne zaman bitecek?” diye sordu. Arada ben çalışırken ev kazaları geçirdi, hatta birinde düşüp ön dişini kırdı. Hem para kazanmak için, hem aklımı kaçırmamak amacıyla, hem de tüm kalbimle inanarak ettiğim Hipokrat yeminini bozmamak için çalışmak zorunda olan ben bu kaosun göbeğinde tam bir ikilemdeydim: Çalışarak Yağmur'a haksızlık ediyorum X Çalışmazsam hastalarıma haksızlık olacak. Peki bana ne olacak kısmına o ilk 3 ayda henüz gelmemiştim neyse ki...

71 yaşında, yalnız yaşayan ve evden çıkması yasak olan annemi görmek için 5 yaşında olan, hiperaktivitesi nedeniyle kan revan içinde kaldığı ev kazaları geçiren kızımı evde bırakmak da bir diğer ikilemimdi. Onu da riski göze alarak çözdüm. Yağmur'u evde 30-45 dakika yalnız bırakıp koşarak anneme gidiyor, anneme Covid bulaştırmayayım diye apartmanın bahçesinden onunla sohbet ediyor, annemin “Hadi eve git, Yağmur yalnız diye çok huzursuz oluyorum” ısrarlarıyla koşturarak eve dönüyordum. Arada da apartman görevlisinden isteyemeyeceğim şeyler için hızlıca markete gidip geliyordum. Neyse ki o 3 ay ben evde yokken kızımın başına bir iş gelmedi.

1 Haziran'da “normalleşme” başlayınca Yağmur anaokuluna tekrar döndü ve ben de muayenehaneme ve hastalarıma kavuştum. Öğretmenlik ve temizlikçilik görevlerimden kurtulup tekrar doktor ve anne olmuştum. Covid'den korunmak için artık cam açık hasta görüyor, her hastadan sonra yarım saat mola verip odayı iyice havalandırıyor ve hastaları refakatçisiz kabul ediyordum. Hızlı başlayan normalleşme sonucunda ne yazık ki biz hekimlerin korktuğu başımıza geldi ve bir yandan hasta sayıları, diğer yandan sağlık çalışanı ölümleri hızla arttı. Benim de bazı hastalarım Covid olup randevularına gelemez oldu. Bu sefer bende “ya bana bir saat süreyle aynı odada görüşme yaptığım hastalarımdan Covid bulaşırsa, ya ağır geçirirsem, ya hastaneye yatmak zorunda kalırsam, ya ben de kızıma veya anneme Covid bulaştırırsam” benzeri kaygılar başladı. Benim kaygılarımın çok daha fazlası hastalarımda mevcut olduğundan randevular hızla doluyor ve hastalar randevu bulamayınca arıza çıkıyordu. 

Okullar yaz tatiline girince kızımı mahallemizdeki bir kreşe yazdırdım. Yaz bir şekilde kazasız belasız geçti ve Eylül itibariyle kızım ilkokula başladı. Önce online, sonra haftada 2 gün yüz yüze ve 3 gün online şeklinde başlayan eğitim kısa bir süre sonra vaka sayısındaki artış nedeniyle online'a döndü. Bu süreçte kızım evde kalmak, ben de işe gitmek zorunda olduğumuzdan bir öğretmen ile anlaştık. Ancak 1.5 ay sonra ben bir de yardımcı öğretmen için alışveriş ve yemek yapıyor hale geldiğimi ve ekstra yorulduğumu farkedince Yağmur’u gene mahallemizdeki bir etüd merkezine yazdırdım. Dikkatini toplamakta çok zorlanan kızım artık online derslerde o kadar sıkılıyordu ki o sıkıntıyla baş etmek için el tırnaklarının etlerini yoluyordu. Derslerden tamamen koptu, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu artık kızımın okulla ilişkisini bozuyor ve dünyanın en mutlu çocuklarından biri olan kızımı çok mutsuz ediyordu. Çocuk psikiyatrının önerisiyle Kasım ayında kızıma Ritalin başlandı. Tam bir oh diyecekken kabusum gerçek oldu ve 4 Aralık'ta bir hastamdan bana Covid bulaştı. Neyse ki hastamın kızı hemen haber verdi de ben erkenden tanı alabildim ve tedavime derhal başlanmış oldu. Hastalık maalesef benden de kızıma ve sekreterime bulaştı. Covid'i geçiren bilir, sanki vücudunuzda bir savaş oluyor ve bu savaşın yanında hipertansif atak da, astım atağı da, migren atağı da hafif kalıyor. Hepsini yaşamış bir insan olarak ben böyle bir yorgunluk, böyle bir baş ağrısı, böyle bir karın ağrısı, böyle bir yataktan kalkamama hali hiç görmemiştim. İlk 36 saat resmen gözümü açamadım, öyle ki kızım hayatta olup olmadığımı anlamak için bir kaç kez gelip beni dürterek uyandırdı! O kadar perişandım ki komşularım ve ailem yemek bırakmasalar herhalde ancak kuru ekmek yerdik kızımla. Pandemi sürecinde meslektaşlarımın komşularıyla yaşadığı nice tatsızlığı  (örneğin apartmana asılan sağlık çalışanları asansörü kullanmasın yazıları vb.) bildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum doğrusu...

15 günlük izolasyon sonrası Yağmur etüd merkezine, sek-reterim ve ben de işimizin başına döndük. Bir yandan annelik, diğer yandan doktorluk derken doğru düzgün dinlenemedim.

Bir türlü yorgunluğu üstümden atamayıp en ufak bir işte bile nefes nefese kalmaya devam edince doktorum hastalığın 3. haftasında oksijen satürasyonumu görmek istedi. Akciğer HRCT temiz olduğu halde PO2=88 çıktı ve  derhal Kolşisin 0.5 mg 2x1 başlandı. Neyse ki kısa bir sürede PO2=95-97 düzeyine çıktı ve beynime oksijen gitmeye başlayınca kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Eğer doktorum bu kadar temkinli olmasaydı ben de muhtemelen ölmüş olan sağlık çalışanlarından biri olacaktım, kızım da kimsesiz kalacaktı. İtiraf edeyim ölümden hiç korkmuyorum ama ben ölseydim kızıma ne olacaktıyı düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum.

Pandemi kontrol altına alınamamış olsa da o kadar bunaldık ki kızımla, 23 Şubat’ta gelen okulların 1 Mart’ta açılacağı haberi evde bir bayram havası yarattı. Kızımın aynı gün düşüp ayak bileğini incitmesi ve bu sebeple de ayağının alçıya alınması bile canımı sıkamadı. Yüz yüze eğitimin başlamasını dört gözle beklerken 27 Şubat Cumartesi günü öğle sularında valilik biz velilere bir son dakika golü atarak okulları açmayacağını açıkladı. Ben de bu yazıyı 1 Mart Pazartesi günü müthiş bir hayal kırıklığı içinde yazıyorum: Biz kadınlar, anneler, doktorlar ve tüm sağlık çalışanları tükendik, sesimizi duyan var mı?