Toz Sopası

Paylaş:

Dr. Onur Naci Karahancı

ATO Yönetim Kurulu Üyesi 

Gözleri görmeyenler

kör diyor bize,

ama gösterdin sen

nasıl göreceğimizi

renklerini geleceğin.

Kulakları duymayanlar

sağır diyor bize,

ama gösterdin sen

nasıl duyacağımızı her yerde

insan yüreğinin

uysal sesini…

(Otto René CASTILLO)

Yani bizi öldürse öldürse bu sessizlik öldürür… Bizim sessizliğimizdir özgürlüğümüzü elimizden alanları cesaretlendiren… Bizim sessizliğimizdendir hırsızın ahlak öğretmesi, açlığın hak diyene reva görülmesi…  Bizim sessizliğimizdir işkenceye yol gösteren, demokrasi denen sakat yürüyüşümüzü durduran… Bizim sessizliğimizdir çocukların ölümlerinin, yaşlanamamanın şahitliği…

Çünkü biz sustuk da memleket sevdalılığı hırsıza kaldı; hem çalışıyor hem çalıyor bizim avuntusu oldu halkların… Biz sustuk da sanat eserine ucube denebilirken, şehrin göbeğindeki yeşil alanlarımızı yutan rant gökdelenleri, zeytin ağaçlarımızın yerine tesisleri bize reva görüldü… Biz sustuk da nükleer bela en güzel yeşilliklerimize kondu, evdeki tüp daha tehlikeli oldu. Biz sustuk da Mamak’taki halka en yakın hastane 30 km uzaklıktaki şehir hastanesi olarak bir uygarlık nişanesi olarak yutturuldu ve bu nişanenin içinde çalışanların halini sormak bile ihraç nedeni diye korkulur oldu. Biz sustuk da bir kişinin bekası bizim sokakta hep korkarak yürümemize, bir araya gelememize sebep oldu. Biz sustuk da sadece rant devşirenlerin işine yarayan savaşa karşı barış diyenler cezalandırılır oldu; memlekette en korkulan sözcük barış oldu…

‘Olacak O Kadar’ koroları olurdu çocukluğumda: Önde hakkını verip söylemeye çalışanlar, arkada hem kendini kameralara göstermeye çalışan hem de koronun sesini çalan, sadece ağzını oynatanlar… Her şeye rağmen susmayan bir koro var ama sesi beklenenden hep az çıkıyor; çünkü özgürlük türküsüne çalışmayıp sadece dostlarının sesiyle idare edenlerimiz… bu koro çok uzun soluklu ve emek verilmesi gereken koro, bazen susmak dinlenmek olabilir de bu ağız oynatmalarımız…

Kimse benim sesim neye yarar demesin n’olur demesin, yoksa tam da artık illallah dediklerimizin en büyük emeli yerine gelmiş olur. O kadar özledik ki bir birimizin sesini. Şehir hastanelerine, nükleere, yavuz hırsıza, haksızlığa, KHK’lere, OHAL’e karşı o kadar sesimizi özledik ki birbirimizin… En küçük ses bile yankı bulacak aslında biliyoruz hepimiz. Barış, demokrasi, özgürlükler; çektiği bir türlü bitmeyen Sur’da susuzluğa mahkum edilen halk, nöbetini tutanları ve kendisi gözaltına alınan insan hakları anıtı her geçen gün bizim sesimizi daha da özler oldu.

Aman ‘enseyi karartmayalım’: Terazi var, tartı var, her şeyin bir zamanı var. Yeter ki öncelikle haksızlığa karşı susmayalım ve diretip durduğumuz güzel günlerde, sopayı bile bir tek halıdaki tozu çırpanların elinde göreceğimiz dünyayı isteyelim.