Türk Tabipleri Birliği Yurttan Sesler Korosu
Dr. Vedat Bulut
ATO Yönetim Kurulu Başkanı
12 Eylül 1980 tarihinde saat beş sularında telefonumuz çalmıştı. O zamanlar telefonların sesi hep aynıydı, televizyonunsa henüz siyah beyaz olduğu yıllardı. TRT Erzurum Bölge Radyosu’na acilen çağrılmaktaydık. Gece yarısı albayın biri gelmiş ve vatan ve milletin bütünlüğünü sağlamak için yönetime el koyduklarını bildirmişti. O vakitler darbe yapmak pek kolaydı. TRT’ye ait dört radyo istasyonunu ele geçirmek yeterliydi. Saat sekizden itibaren Yurttan Sesler Korosu’nun saz ve solistleri içtimaya hazır bir haldeydi. O yıllarda Suat Işıklı şefliğinde Türk Halk Müziği icrası yapan koronun sunuculuğunu kimi zaman Mesut Mertcan, kimi zaman Gülgün Feyman yapardı. Sabah yayın kuşağı THM Erzurum Bölge Radyosu Yurttan Sesler Korosu’nun kahramanlık türküleri ve koçaklamalarıyla başladı. Bizler de darbecilere ezgilerle katkı sağlamıştık. Yine de şahlanıyor kol başının kır atı marşıyla başlayan seri, Köroğlu türküleriyle sürmüş ve Vardar Ovası’yla bitmişti. On sekiz yaşımızın öz eleştirisini veriyoruz. Darbeye böyle bir iştirakımız vardır.
Darbenin yapıldığı Eylül ayının sonunda da tıp fakültesinde eğitime başladım. Tıbbiye hocaları bizlere insan sevgisini, insanın yaşamının kutsallığını, halk sağlığını korumanın öncelikli sağlık hizmeti olduğunu, hastalara tebessümlü ve iyi hekimlik değerleri içerisinde yaklaşımı öğrettiler. Altı yıl boyunca Türkiye’de hemen her şey değişime uğradı, tabiplerin başına gelmedik iş kalmadı. Fakülteye başlarken devletle bir sözleşmemiz yoktu, lakin mecburi hizmet konuldu. Doktorların Anayasadan kaynaklanan temel hakları olan seyahat ve ikamet özgürlükleri yok edilmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren “Mecburi hizmete gelen doktorları ağaca bağlayın, kaçmasınlar” bile demişti. Bir sağdan bir soldan idamlara Kenan Evren’in “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” sözleri damgasını vuruyordu. İşkence ve insan hakları ihlalleri sürerken, akademilerin değerli öğretim üyeleri de 1402 sayılı kanuna dayanılarak üniversitelerden atılmıştı. Bu baskı ve zulüm ortamında semiren iki yapı oldu, neo-liberal politikaların zenginleştirdiği bir avuç yandaş ve ‘’Rabıta’’ sermayesinin beslemesi proislamist yapılar. Bugünün egemenlerinin serpilip büyüdüğü ortam buydu.
Zaman değişti, ancak kafalar değişmedi. Aksine karşı devrim sürecinde geldiğimiz nokta bu oldu. Birileri Türk Tabipleri Birliği’ni TRT Yurttan Sesler Korosuyla karıştırıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin on bir merkez konsey üyesi, her biri iyi hekimlik değerlerinin savunucusu meslektaşlarımız, hocalarımız bir sabah vakti göz altına alındı. Nedeni ‘’Savaş bir halk sağlığı sorunudur’’ içerikli barış dilekleri içeren bildirileriydi. Türk Tabipleri Birliği’nin barışa ilişkin bildirisinde Suriye ve Afrin’e ait bir tek kelime yoktu. Bu bildirinin içeriğini bile okumaktan ve anlamaktan aciz çıkarcı bir şebeke, algı yönetimi içerisinde, aslen hedeflerine yönelik çıkarları için, iki yıldır planladıkları ve o zaman için buzluğa kaldırdıkları planları harekete geçirdiler.
Her mesleğin kendine ait bir dili, söylemi, retoriği vardır. Bir asker savaş üzerine, strateji ve taktikleri üzerine farklı konuşabilir. Bir siyasetçi gün içinde kendiyle çelişen 3 farklı söylem verebilir. Bugün Esad olan yarın Esed olabilir. Aile boyu çekilen mutluluk resimleri sonra düşmanlık resimlerine dönüşebilir. Dün açılım ve barış, bugün kapanım ve savaşa dönüşebilir bir siyasetçinin, iktidar sahiplerinin dilinde. Tarihte yazılı kayıtlarda ilk tıp doktoru Firavun Zoser döneminde günümüzden 4700 yıl önce yaşayan İmhotep’tir. İsminin manası ‘’Barışla gelen’’dir. Bilinen tüm tıp tarihi boyunca hekimler daima insandan, yaşamdan ve barıştan yana olmuşlardır. Bu çağrıları sadece krallara, sultanlara, devletlere olmamıştır, silahlı terör örgütlerine karşı da aynı tutumu almışlardır. Savaştan, işkenceden, insanlara kötü muameleden sorumlu tek tük kötü örnek olsa da, bu isimler tıp tarihinde ne anılır olmuştur, ne de meslek erbabı olarak kabul edilmiştir. Tıp doktorlarının mezuniyetlerinde ettikleri yeminin siyasetçiler tarafından iyi anlaşılamadığı kanaatindeyim.
AKP’nin parti devlet anlayışı hem yerli ve millilikten bahsetmekte, hem de Türk Tabipleri Birliği’nin ‘’Türk’’ isminden ve uluslararası saygınlığından ve de gücünden rahatsız olmaktadır. Bu yaman bir çelişkidir. Hükümet uzun yıllardır bankaların, başkaca kurumların başındaki Türkiye, TC ve Türk kelimelerini çıkarmakta. Kafalarındaki ümmet olgusu, yurttaşların anladıkları millet ve halk olgularından farklıdır. Kendilerince ümmeti toplum olarak anladıkları yolunda bir söylem verilse de, onların ümmetten anladıkları Sünni Müslüman topluluklardır. AKP’nin ‘’Türk’’ isminden rahatsızlığı yeni değildir.
Dünyanın bütün ülkelerinde tıp doktorlarının meslek örgütleri o ülkenin ismiyle yapılanmıştır. Japon Tabipler Birliği, Amerikan Tabipler Birliği, İsrail Tabipler Birliği …vb gibi. Bu birliklerin listesi Dünya Tabipler Birliği websitesinde, https://www.wma.net/who-we-are/members/members-list-printable/ adresinde topluca görülebilir. İstisnası yoktur. İsrail’de Filistinlilerin haklarını korumaya çalışan ve halk sağlığı için iyi hekimlik değerlerini koruyan hekimlere dahi bu denli faşizan bir baskı kurulmaya çalışılmamıştır.
Bu konudaki değişiklikleri Bakanlar Kurulu KHK’sıyla yapmaya çalışmalarıysa Anayasaya aykırıdır. Bu konuda hukuki mücadeleyi yürüteceğiz. Dünya 5 ten büyüktür ve Türkiye’de 28’den büyüktür. Bu tartışmalar saçma ve mantık dışıdır.
Yıllardır Sayıştay denetimlerini bile yok etmiş, kamu kaynaklarının kullanımlarında şeffaflığı yok etmiş, ‘’stratejik’’ veya “ticari sır” terimlerinin efsununa sığınmış bu yapılanma herhangi bir kamu kurumunun, meslek örgütünün, sendikanın, STK’nın eleştirisine dahi katlanmak istemiyor. Yani biz yağma ve talan peşinde olacağız, servet transferi yapacağız, sizler de bunu görmeyecek, yazmayacak bizleri eleştirmeyeceksiniz denmektedir. TTB Şehir Hastaneleriyle ve diğer yanlış sağlık politikalarıyla ilgili on milyarlarca dolarlık vurgunu deşifre etti. Sağlık alanındaki yağma ve talanın boyutlarını ortaya koydu. Aynı şekilde TMMOB da enerji, çevre, kentleşme, şehir plancılığı, madencilik gibi alanlardaki yolsuzlukları, yanlış politikaları dile getirdi. Yapılmaya çalışılanların perde arkası budur. Sömürücü, asalak bir oligarşi emek, demokrasi ve barış söylemini işitmek istemiyor. Onların işitmek istedikleri paranın sayılırken çıkardığı hışırtıdır, istedikleri mutlak güçtür.
TTB’ye karşı yapılmaya çalışılan saldırılara karşı Tabip Odaları topyekun birlik halindedir. Bir ayrışma yoktur. Düşünce farklılıkları sadece savaş ve barıştan ne anlaşıldığı konusudur, bu da düşünce özgürlükleri içerisinde olağan bir durumdur. Bu konuda farklı düşünen meslektaşlarımızın düşüncelerine de saygı duyarız. Bizim saygı duyamayacağımız söylem türü, tek adamcı, teokratik, monarşik sistemlerde görebileceğimiz tehditkar ve halk arasında nefret ve kin uyandıran, birleştirici değil ayrıştırıcı olan söylemlerdir.
6023 sayılı yasa TBMM’de onanmıştır. Getirip mecliste tartışıp, kanunu değiştirebilirler. Biz Türk Tabipler Birliği ve üyeleri olarak, şunu hatırlatırız: Bu Cumhuriyetin kurulmasında Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye harç koymuştur. Tıbbiyeli olarak görevimiz ve tarihi sorumluluğumuz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ilelebet muhafaza etmektir. İstedikleri kadar algı yönetimi yapabilirler, basın dünyasını, finans dünyasını ve toplumun her alanını kuşatabilirler, biz gerçekleri ve mesleğimizin gerektirdiğini söylemekten korkmayız. Bizler Türk Tabipleri olarak her daim halkın sağlığı için halkın yanında oluruz.